13 Aralık 2010 Pazartesi

İSTİKLÂL HARBİ’NDE BİR İHTİYAT SUBAYININ GÜNLÜKLERİ


Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Birinci Dünya Savaşı ve İstiklâl Harbi dönemlerini kapsayan hatıraları yayımlamaya tam hızla devam ediyor. Geçtiğimiz mayıs ayında, İstiklal Savaşı’na Yedek Subay olarak katılan İbrahim Sorguç’un “Bu Sefer Niçin Harp Edeceğimi Biliyorum” isimli günlüklerinden oluşan eseri yayımladı.[1]

Oğul Erdoğan Sorguç’u kaynak olarak aldığımızda İbrahim Sorguç’un kısa özgeçmişi hakkında şunları söyleyebiliriz. Yazar, İstanbul Darülmuallimin Mektebi’ni bitirmek üzereyken -eğitimini tamamlayamadan- I. Cihan Harbi başlayınca askere alınır. İhtiyat Zabitleri Talimgâhında eğitimini aldıktan sonra Filistin Cephesi’ne 8. Ordu emrine verilir. Burada düşmana karşı mücadele ederken İngilizlere esir düşer. Mısır’da Seydibeşir Kampı’ndaki esaret hayatı yaklaşık 2 yıl sürer. 1920’de memleketi Antalya’ya döner. Kısa süreli memuriyet hayatına devam ederken -Sakarya Savaşı’ndan sonra- tekrar cepheye çağrılır. İki yıl da İstiklal Savaşı’nda görev yapar. Bu süre zarfında her gün günlük tutar. Cumhuriyet kurulduktan sonra Ziraat Bankası’nda değişik görevlerde bulunur. II. Dünya Savaşı’nı ülke olarak ensemizde hissettiğimiz günlerde; seferberlik çağrısına cevap vermekten geri durmayan Sorguç, üçüncü kez askere alınır. 1962 yılında emekli olan yazar, 1974’te Ankara’da vefat eder. Sorguç, katıldığı savaşlara ait kişisel ve çok önemli dokümanları “Harp Sandığı”nda uzun yıllar saklar. Sonra da bu tarihi vesikaları Harbiye Askerî Müzesi’ne hediye eder.  

Kitabın öyküsüne gelince; bahse konu olan “Harp Sandığı”ndan çıkan vesikalardan en önemlisi özellikle de İstiklal Harbi’nde tuttuğu günlüklerdir. Bu günlükleri oğlu Erdoğan Sorguç Bey kendi imkânları ölçüsünde yıllar önce yayımlatır. Kitabın yeni baskısını da Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları üstlenir.

Eser iki bölümde incelenebilir.  İlk bölümünü, yazarın Filistin Cephesi ve esaret hayatıyla ilgili daha sonraki dönemlerde yazdığı 26 sayfadan oluşan hatıralardan meydana gelir. İkinci bölüm ise İstiklâl Savaşı’nın kendisinin katıldığı dönemdeki günü gününe aksatmadan yazdığı günlükler oluşturur. Yazarın “Harp Sandığı”ndan çıkan vesikalar, kitabın içerisine serpiştirilmiş. Her tarafından tarih fışkıran söz konusu olan bu sandıkta neler yok ki: Kendi yazdığı el yazılar, mektuplar, emirnameler, pusulalar, haritalar, döneme ait kartpostallar, terhis belgesi, esir kampında çektirdiği fotoğraflar, savaş meydanında Yunanlılardan kalan fotoğraflar vs. Bu görseller sayesinde kitabın çok çekici hale geldiği değerlendirilebilir.   

Yazar, Filistin Cephesi ve esaret hayatıyla ilgili yaşadıklarının çok az bir kısmına değinmiş. Bu dönemi oldukça yüzeysel geçiştirmiş. Seydibeşir Esir Kampı’nda Osmanlı askerlerine yönelik çok ciddi, kötü muamele yapıldığına dair bazı iddialar vardır.[2] Kitabın çok küçük bölümünü oluşturan bu devre için esaret yaşamıyla ilgili İngilizlerin kendilerine yönelik kötü bir yaklaşımının olduğuna dair bir şeyden bahsetmez.

Sorguç’un İstiklâl Savaşı’na ait günlükleri, Antalya’dan birliğine katılmak üzere ayrıldığı gün olan 26 Ağustos 1921’den başlar. Terhis olup memlekete geldikten birkaç gün sonra 31 Ağustos 1923 Cuma günü sona erer. 736 gün boyunca istisnasız her gün günlüğüne notlar yazmıştır.

Yazarın cepheye gitmek üzere hareket ettiği ilk gün -26 Ağustos 1921 tarihli günlüğünde- nasıl bir ruh haliyle savaşa gittiğini anlıyoruz. Kitabın isminin de geçtiği şu satırlarda bir neslin dramının tanığı oluyoruz: “Umumi Harp’te Filistin çöllerinde Mısır’ın dikenli telleri arasında geçen eziyetli beş senelik gurbet hayatından sonra bu ikinci fırtına bakalım ne vakit duracak? Bizde artık ne gençlik ne de istikbal kaldı. Mazinin günahlarını artık hep biz temizleyeceğiz. Umumi Harp’in üzerine tuz biber eken bu İstiklal Mücadelesi bakalım ne kadar devam edecek? Mamafih bu defa niçin harp edeceğimi biliyorum. Bizim gençliğin kaderinde siperlerde çürümek yazılıymış.” (s. 33)

“Bu Sefer Niçin Harp Edeceğimi Biliyorum” da İstiklâl Savaşı’nın seyri, Kurtuluş Savaşı’nın resmi kahramanlarının özellikle de savaş sonrası ruh hali hakkında doyurucu bilgiler mevcuttur. Günlükler hakkında kabaca bazı değerlendirmeler yapılabilir.

Yazarın yazdığı notlar Sakarya Harbi sonrasına denk geldiği için, günlüklerde galip gelineceğine dair umudun önceki aylara göre daha fazla olduğu dikkat çekmektedir. Bunun yanında Tekâlifi Milliye Kanunu’nun çıkarılması gibi bazı çalışmaların olumlu anlamda etkisi görülmektedir. Mustafa Kemal Paşa’yı koruma amacıyla kurulan “Muhafız Kıtası”nın başındaki kişi de bile silahın olmadığı günler artık geride kalmıştır.[3] Yazar, 137 kişilik bölükte 127 silah olduğunu belirtir.(s.115)  

Birinci Cihan Harbi’nin muhtelif cephelerinde yaşanılan kıtlığın bu dönemlerde yaşanmadığını; yiyecek-içecek ve iaşenin biraz daha iyi olduğunu, söyleyebiliriz. Bu tespiti doğrulamak için Hıdırellez gününde kuzu ziyafeti, Kurban bayramında bol helva ve pilav ziyafeti çektiklerini yazar belirtir. Sorguç, askerin ve komutanların maaşlarını çok geç aldığı, bazen de alamadıklarını anlatır. Bunun doğurduğu sıkıntıları anlatmaktan geri durmaz.

Asker, iaşe, elbise, cephaneden daha çok uykusuzluk sıkıntısı çekmektedir. Sorguç, özellikle de Büyük Taarruz’un öncesinden itibaren uykusuzluktan bitap düştüklerini, “geceleri uyku nedir unuttuk” (s.125) der. Düşmanın geri çekilmesiyle birlikte uykusuzluğu çok sık yaşadıklarını belirtir. 22 Eylül 1922 gününe ait günlüğünde 13 günde 400 km. yol kat ettiklerini yazar. Yine bu dönemde Türk askerinin girdiği köylerde karşılaştığı manzara genelde savaşın, özelde Yunan askerinin acımasız yüzünü net olarak gösterir. Yakılıp, yıkılıp, talan edilmeyen köy-kasaba yoktur neredeyse. Nadir olarak yakılmayan köylerin isimlerini verir.

Savaşın yoğunluğuna göre günlükler kısalıp uzamaktadır. Daha çok askeri birlikteki, dar alandaki gelişmeler dikkat çeker. Örneğin İstiklal Savaşı’nın en büyük komutanı Mustafa Kemal Paşa’dan ilk kez kitabın 120 sayfasında bahseder. Önemli paşaların isimleri birkaç yerde geçer, öyle çok sık geçmez.

Günlüklerde yazarın ailesine yazdığı ve ailesinden gelen mektuplar öne çıkar. Mektupların içeriğine değinmez. Notlardan öğrendiğimize göre yazılan mektuplar bir kitap olacak kadar vardır. Kim bilir günün birinde bu mektuplarda belki kitap halini alır. Yazarın ruh halini yansıtması bakımından sadece günlükler değil, mektupların değeri de öne çıkmaktadır.

Lozan Antlaşması’nın Türkiye açısından siyasî başarısı hâlâ tartışılmaktadır. Gerek o zaman gerekse bugün tartışmalarda bir durum gözlerden kaçmaktadır. Tekrar savaşı göze alabilecek sivil ve askeri kadro ile halkın olmadığı gerçeğini bilmek gerekir. Sorguç, 3 Ağustos 1922 tarihli günlüğünde gurbette (daha doğrusu cephede) 12. bayramını geçirdiğini belirtir. 27–28 yaşında askerlerin terhis olmaya başladığını söyler. Savaş sonrası askerin bir savaşı daha göze alacak gücü ve takati kesinlikle yoktur. Askerin kulağı Lozan’dan gelecek haberdedir. Sorguç gibi birçok asker ve subay gelişmeleri gazeteden günü gününe takip eder. Sulhu bekleyenlerin neredeyse tamamı artık ne olacaksa olsun der. Yazarın kardeşi de askerdir, İbrahim beye bu tarihlerde arkadaşıyla çektirmiş olduğu bir fotoğrafını gönderir. Fotoğrafın altında yazan şu satırlar askerin enerjisinin bittiğinin ispatıdır: “Çıkmaz Sokak Yolcusu Yıldızsız İki Teğmen” (s.204) Bu günlerdeki askerin ruh halini yansıtan düşünceleri şöyle ifade eder: “Sulhu hacı bekler gibi bekliyoruz.”(s.176) “…Eğer bu sefer de sulh olmazsa halimiz harap. Hayata da gençliğe de İstikbale de elveda.”(s.192)   

Ömrünün ilkbaharında, okulu bitirip hayata atılmak üzereyken, kendisini cephede bulan yazar Sorguç, bu duruma çok üzülüp, hüzünlenir. Çocuğu ve torunlarının okumasını çok ister. Aslında düzenli olarak yazdığı günlükler ile sadece kendi çocuğu ve torununa seslenmemektedir. 736 gün boyunca savaşın ortasında dahi hiç üşenmeden, istisnasız, her gün yazarak gerek bireysel gerek toplumsal hafızanın kaydının tutulmasında merhum Sorguç gibi gaziler üzerine düşeni yapmıştır. Ömrünün büyük bir kısmını mazeret üreterek geçiren biz Türklere bu günlükle şüphesiz büyük mesaj vermektedir. Hayatının küçümsenemeyecek önemli bir bölümünü savaş meydanlarında geçiren, acı tecrübelerini anlattığı bu eseri yazarın bir cümlesiyle anlatılması istenseydi. Harp sandığında bulunan günlüklerin üzerinde bulunan zarfın üzerine el yazısıyla yazdığı, “Hayatta mağlup olmamanız için mesleğinizin ehli olmalısınız”(s.26) vecizesi söylenebilirdi. 



[*] Eğitimci, E-posta: ikizkuyu@yahoo.com
[1] İbrahim Sorguç, Bu Defa Niçin Harp Edeceğimi Biliyorum: Filistin Cephesi ve İstiklâl Savaşı Anıları, 306 sayfa, Mayıs 2010, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, www.iskultur.com.tr
[2] Bu kampta esir olarak bulunmuş bir kişinin yazdığı hatıralarda hasta olan Türk esirlerin tedavisine yönelik bilinçli olarak verilen ilaçlar yüzünden gözleri kör olan binlerce kişiden bahseder. Antep Mutassarru’fluğunda görevliyken tutuklanıp Mısır’a esir kampına götürülen bir memur olan Eyüp Sabri Bey şu eserinde olayı detaylı anlatır: Eyüp Sabri Bey, Bir Esirin Hatıraları,  s. 66-67, İstanbul, 1978, Tercüman 1001 Temel Eser Yayınları.
[3] Zeynel Lüle, Mustafa Kemal’in Can Yoldaşı: Ali Çavuş, s. 80, Kasım 2008, İstanbul, Doğan Kitap.