29 Aralık 2009 Salı

TANIDIĞIM İNSANLAR, YAŞADIĞIM OLAYLAR


            Ülkemizde son yıllarda nehir söyleşi türünde hazırlanan kitaplar her geçen gün artmaktadır. Şüphesiz bu kitapların revaçta olmasında yayıncı-yazar ve okuyucu arasındaki arz-talep ilişkisinin yoğunluğu dikkat çeker. Nehir söyleşilerinin okuyucuya araştırma-inceleme kitapları kadar doyurucu ve dolgun bilgiler vermediğini söyleyenler vardır. Söyleşi kitaplarının soru-cevap ekseninde geliştiği için -yazarların kendilerini yazarak daha iyi ifade ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda- hatıra kitaplarına göre edebî kıvamının az olduğu söylenebilir. Birbirinden farklı alanlarda birikimi olan, birçok tarihi olayın tanığının, hele de tarihi kişiliklerin yanında ve yakınında bulunanların anlattıklarını dinlemek, yazdıklarını okumak insana haz veriyor. Bundan dolayı az sonra anlatacağım kitaptaki yazarın belirttiği gibi Rıza Tevfik’in hastanede kalıp sohbet ettiği zamanlarda Zekeriya ve Sabiha Sertel, karyolanın ayakucunda saatlerce nefes almadan Tevfik’i dinliyor.

            Destek Yayınevi de nehir söyleşisi dizisini oluşturmaya başladı. Yayınevinin ilk nehir söyleşi kitabı olan gazeteci ve akademisyen Barış Doster’in doktor ve yazar Müfid Ekdal ile yaptığı söyleşilerden oluşan “Tanıdığım İnsanlar, Yaşadığım Olaylar”[1] isimli esere değineceğim. Kitabın kahramanı Doktor Ekdal’dan önce söyleşiyi yapan gazeteci ve akademisyen Doster’den biraz bahsetmek durumundayız. Barış Doster, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni okurken gazeteciliğe adımını attı. Okulu bitirdikten sonra Nokta dergisi ve Cumhuriyet gazetesinde çalıştı. Daha sonra akademik hayata atıldı. Doster, okul dışındaki en büyük öğretmeni olarak Atilla İlhan’ı görür. Halen Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak görev yapmaktadır. “Atatürk, Türk Dünyası ve Mazlum Milletler”, “Türkiye ve Karanlık Savaş”, “Sol Geleceği Tartışıyor” gibi eserleri bulunmaktadır.  

            İsmi Kadıköy ile özdeşleşmiş Doktor Müfid Ekdal, tarih tutkunu, sanatsever ve aynı zamanda da yazardır. Hâlâ 105 yıllık evlerinde yaşamaktadır. Kadıköy aşığı Doktor, Kadıköy’ün sokaklarını, caddelerini, köşklerinin tarihini avucunun içi gibi bilir. 1918 yılında doğan Ekdal, Haydarpaşa Numune Hastanesi’nde doktor olarak başlar. Aynı hastanede muhtelif görevlerden sonra –Başhekimlik de dâhil- bilfiil yarım asır çalışır. Gerek işi icabı gerekse entelektüel merakının neticesinde birçok edebiyatçı, aydın, yazar, devlet adamı ve asker ile tanışır ve dost olur. Muhtelif zamanlarda dost meclisinde bulunur. Yıllarca merak ettiği sorulara cevap arar.

            Kitaptan öğrendiğimize göre Ekdal, arkadaşlarını ve dostlarını seçerken fikri ve ideolojik sınırlama yoluna gitmediğini öğreniyoruz. İttihatçılardan, diplomatlara, paşalardan, devlet adamlarına birçoğunu görüyoruz. Bu tarihi şahsiyetler ve olaylar hakkındaki düşüncelerini anlatırken kaynak olarak kendisinin birebir dinlediklerinin dışında çok yakın çevresinden dinledikleri de yekûn oluşturmaktadır. Bu şahsiyetlerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: İttihatçı Hasan Amca, Kara Kemal, İngiliz Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa’nın lideri Kuşçubaşı Eşref, Şair Ahmet Haşim, N. Fazıl, Neyzen Tevfik, 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, filozof-şair Rıza Tevfik Bölükbaşı, yazar H. Edip Adıvar, Hattat Hamit Aytaç, havacılık tarihimizin sembol isimlerinden Vecihi Hürkuş, Doktor Mazhar Osman, Tarihçi Feridun Kandemir ve Cemal Kutay, Nazır Mahmut Muhtar Paşa, Neslişah Sultan vs.

            Ekdal, bu isimlerin dışında popüler olmayan ama tarihi olayların içerisinde bulunan birçok isimden de bahseder. Anlattığı olaylardan bahsederken kaynak kişisini belirterek konuşur. Önsözde Doster’in vurguladığı gibi Ekdal’ın sohbeti; öğrenmek, okumak ve araştırmak konusunda teşvik edici ve tahrik edicidir. Sayın Doster’in söylediğini biraz daha keskinleştirerek şöyle ifade edebiliriz. Uzmanlar, bütün bilimsel çalışmaların ve araştırmaların başlangıcı için iki dürtünün yoğun olarak yaşanması gerektiğini söylüyor. İnsanı kitap okumaya sevk eden de aynı duygulardır: Şüphe ve merak (eskiler buna tecessüs derler.) Ülkemizde kitap okuma alışkanlığı kazanamamış yüz binlerce öğretmen, doktor, mühendis, siyasetçi, şair, gazeteci, subay vs. gibi kişilerin olduğunu söylemek bilinenlerin tekrarı anlamına gelir. Diğer taraftan az da olsa kitap okumamanın eksikliğini hisseden, merak duygusu kabarık, özellikle de sosyal bilimlere ilgili kişilerin olduğu da muhakkaktır. Böylesi kişilerin bu tür kitaplardan başlaması gerektiğini düşünüyorum.  

            Ekdal’ın ittihatçı birçok arkadaşı bulunduğunu daha önce belirtmiştik. İttihatçıların dürüst insan olduğunun altını çizer. Paralısına ve ahlaksızına rastlamadığını belirtir. (s.33) İttihatçı Hasan Amcadan dinlediklerinden ilginç ayrıntılar gizlidir. 27 Mayıs darbesinin akabinde MBK komutanlarından Orhan Erkanlı, Şefik Soyuyüce’nin Hasan Amcayı ziyarete geldiğini öğrenen Ekdal, kendisine bu ziyaretin sebebini sorar. Hasan Amca: “… Vaktiyle biz de ihtilallara karıştığımız için, doğru mu yanlış mı yaptık diye sormaya geldiler. Ben de kendilerine şu cevabı verdim: “Siz onları Yassı ada’ya gönderdiniz, kendinize Sivri ada’yı hazırlayınız.(s.34)”
           
            Fakülteden hocası olan meşhur Doktor Mazhar Osman hakkında da şunları söyler. Kendi uzmanlık alanı olsun veyahut olmasın bütün konferansları takip ettiğini belirtir. Dersleri uygulamalı olarak işlediğini, derslere devamlı konuyla ilgili bir hasta getirdiğini söyler. Ayrıca okul dışından özellikle birçok esnafın ve çırağın dersleri dinlemeye geldiğini, kendilerine oturacak yer kalmadığı zamanlar olduğunu bile söyler.(s.115) Ekdal’ın Türkler hakkında Yunanistan Kralı Venizelos’un hatıralarından aktardığı bir sözü önemsiyorum: “Türk milletinin siyasî hafızası yoktur” (s.152)

            Hitler’in Almanya’dan kovduğu bilim adamlarından Prof.Dr. Schwartz’ın Tıp Fakültesinde Patolojik anatomi derslerine girdiğini, bir gün “Bu kürsüde daha evvel görev yapmış olan Hamdi Suat Hoca’nın yerine geldiğime çok üzgünüm. Çünkü Berlin’de biz hekimliği onun yazmış olduğu kitaplardan öğrendik.” dediğini söyler. Hamdi Suat Bey’in dünya tıp tarihine filebozoer isimli mide tümörünü ilk keşfeden insan olarak geçtiğini vurgular.(s.28)

            Doktor Ekdal, Neyzen Tevfik’i hastanede kaldığı günlerde yakından tanır. Ayaklarını duvara yüksekçe dayayıp, başı aşağı uyuduğunu, pek kimseyle konuşmadığını söyler. Söz Neyzen’den açılır da fıkra olmaz olur mu? Neyzen Tevfik bir davette kendinden geçer bir şekilde neyini çalarken birkaç kişi kendisini dinler gibi gözüküp ama dinlemezler. Aynı zamanda da Neyzen’e iltifatta bulunmaya devam ederler. Neyini bırakır, oldukça sinirlenir. Durmadan kendisini metheden kişilere döner ve Neyzenlik bir cevap verir: “Mey içerken süfehanın neye meftun oluşu, nazarımda su içen eşeğe ıslık gibidir”

        (Erzurum Gazetesi, 29 Aralık 2009)



[1] Müfit Ekdal, Tanıdığımız İnsanlar, Yaşadığım Olaylar, Söyleşi: Barış Doster, 187 sayfa, Kasım 2009, İstanbul, Destek Yayınevi

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder