26 Ocak 2010 Salı

ALEKSANDR PUŞKİN’İN ERZURUM YOLCULUĞU

       
Kendi çapımda iyi bir kitap okuyucusu olduğumu söyleyebilirim. Okuduğum kitapları dar bir çevrede bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar arkadaşın, dostun dışındakilerle paylaşamamanın sıkıntısını uzun yıllardır yaşıyordum. Bu sancıları dindirmenin bir çaresi olarak okuduklarımı daha fazla kişiyle ve düzenli olarak paylaşma duygusunun sonucunda iki yıldır kitap tanıtım yazıları, kitap değerlendirmesi daha doğrusu kitap özeti denilebilecek yazılar yazmaya başladım. Uzun yıllar sonra “kitap eleştirmeni” olmayı kendime hedef kıldım. Bir kitabın ana fikrini, omurgasını hatta tabiri caizse kaymağını okuyana sunmaya çalışıyorum. Kitapların arka kapağındaki tanıtım yazısı olarak tasarlanan yazıları eserin içerisinden çıkaran yayınevinin editörlerine, eserleri özümseyip sunuş yazan kalemlere gıpta etmişimdir. Bazen de bu yazı bundan daha iyi nasıl anlatılabilir, nasıl tanıtılabilir deyip teslim olduğum anlar olabiliyor.

İşte tanıtmaya çalışacağım bu eserde[1] böyle bir durum olduğunu itiraf edebilirim. Ne yalan söyleyeyim bu kitabın çevirmeni, şair Ataol Behramoğlu’nun yazmış olduğu “Önsöz” ile Dr. Candan Badem’in yazmış olduğu sunuş bölümünden oldukça etkilendiğimi belirtebilirim.  

Birçok edebiyat eleştirmenine göre; İngilizlerin Shakespeare’ı ve İtalyanların Dante’si neyse Rusların Puşkin’i odur. Rus edebiyatının aynı zamanda kurucusu olarak görülür. Puşkin, 38 yaşında çok genç sayılabilecek bir yaşta vefat etmesine rağmen bu kısa ömrüne birçok kallavi eseri sığdırmayı başarır.

        Rus Devletinin zirveye çıktığı zamanlar ile Osmanlı Devletinin gerilemeye, çökmeye başladığı dönemler çakışır. Bu iki komşu devletin toplam 9 büyük savaş yaptığını tarih açık bir şekilde bize söyler. Milletler mücadelesinin tüm acımasızlığıyla devam ettiği İlber Ortaylı’nın deyimiyle “İmparatorluğun en uzun yüzyılı”nda Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 1828–1829 yılları arasında yapılan ikinci büyük savaşta Puşkin, az bilenen diyarları görmek, bir tanık olmak gayesiyle bir sivil olarak orduya katılır.

        Yazar 1829 yılında Osmanlı-Rus Savaşı’nın Doğu Cephesindeki bölgeye, bir tanık olarak katılır. Moskova’dan Tiflis’e, buradan Kars ve Erzurum’a olan yolculuğunda muharebenin yaptığı tahribat ve yol güzergâhındaki birbirinden farklı yerleşim alanları, milletler, kültürler, gelenek ve görenekler hakkında tespitte bulunur. Örneğin Çerkezler ve Kırım Tatarları hakkında olumsuz yargılarını beyan eder. Bunların güvenilemeyecek milletler olduğunu, eşkıyalığın normal yaşam tarzları olduğunu, silahsız yaşamayacaklarını belirtir. Osetlerin bir cenaze merasimine katılır. Bunların yoksul olmalarına rağmen yolculara iyi davrandığından bahseder. Ömrü boyunca Rusya ve Türkiye dışında Tiflis’teki hamamlar gibi iyi ve güzel hamamlarla karşılaşmadığını belirtir. Buradaki pahalılığa ve sıtmalı hastaların cıva içilerek tedavi edilmesine şaşırır. Puşkin, ordunun maiyetinde olmasına rağmen Türkler hakkında oldukça insancıl yaklaşmaya çalışır. Hatta eseri yazdıktan sonra Rus ordusunun propagandasını yapmadığı için birçok eleştiri de alır. Türklerden bahsederken savaş ortamında olduğundan olsa gerek birkaç yerde düşman diye bahseder. Bunun dışında Türkler hakkındaki değerlendirme ve tespitlerinde objektif olmaya çalışır. Yazar, Erzurum’un teslim alınma sahnesini, buranın en yetkili askeri komutanın sarayı hakkındaki izlenimleri ve geri dönüşü hakkında epey bilgi verir. Teslim olan Serasker ve birkaç Paşayla tanıştırılır. Puşkin’in şair olduğunu söylemesiyle burada bulunan Türk Paşalardan birisi kendisine yakınlık hisseder ve şu güzel tespiti yapar: “Bir şairle karşılaşmak her zaman hayırlıdır. Şair, dervişin kardeşidir. Onun ne vatanı vardır, ne de dünya nimetlerinde gözü. Biz zavallılar şan, iktidar ve para peşinde koşarken; o, yeryüzünün hükümdarıyla aynı sırada durur ve herkes onun karşısında saygıyla eğilir.” (s.69)

        Yazarın mecruh olmuş bir Türk askeri hakkındaki gözlemleri; hem kaleminin kuvvetini hem de mümkün mertebe Türkler hakkında önyargılı olmadığını ortaya koyar: “Atım yolda yanlamasına uzanmış yatan genç bir Türk’ün cesedi önünde durdu. On sekiz yaşlarında bir delikanlıydı bu. Bir kızınkini andıran solgun yüzü henüz tazeliğini yitirmemişti. Sarığı tozlar içerisinde yatıyordu. Tıraşlı ensesinde bir kurşun yarası vardı.” (s.57)

        Son olarak kitabın daha iyi anlaşılmasına yönelik çevirmenin Önsözü, Badem’in Sunuşu ve kitabın sonundaki indeksin dışında kitabın sansürlenen bölümleri, Puşkin’in yolculuk sırasında tuttuğu notlar, yol güzergâhındaki yerleşim birimlerinin ve dönemin Rus komutanlarının resimleri oldukça yer tutar. Dönemin daha iyi anlaşılmasına yönelik görsel malzemelerin kullanılmasının da yerinde olduğunu düşünüyorum.

        (Erzurum Gazetesi, 26 Ocak 2010)




[1] Alesandr Sergeyeviç Puşkin, Erzurum Yolculuğu, Çeviren: Ataol Behramoğlu, 94 sayfa, 2.baskı, 2008, İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder