İNGİLİZ İSTİHBARAT RAPORLARINDA: FİŞLENEN TÜRKİYE (1917–1919)
İngiltere, her ne kadar -20. yüzyılda sömürgelerini kaybetse de- iki dünya savaşının da galipleri arasında olmayı başarmıştır. Bu yüzyılda, dili İngilizceyi de dünya dili haline getirmiştir. Soğuk Savaş yılları öncesi ve sonrasında dünya siyasetine yön veren büyük devletlerin başında İngiltere’nin geldiğini uzmanların dışındakiler bile rahatlıkla söyleyebilmektedir.
İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin karşısında yer almıştır. İngilizler acaba mağlup ettiği Osmanlı’yı yakından ne kadar tanıyordu? İngiltere, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesine giden süreçte, devletin âli bekası için karar merciinde olan üniformalı, resmi, gayri-resmi, söz ve davranışları geniş halk kitlelerini etkileyecek insanları ne derece sağlıklı tahlil etmiştir? Bu ve buna benzer sorulara İngilizler doğru ya da doğruya yakın cevap verdiklerini düşünüyorlar. Buna yönelik gerek istihbarat çalışmaları gerekse Oryantalizm çizgisinde birkaç asır önce başlayan sayısız çalışmalar mevcuttur. İngiliz diplomasisinin söz konusu dönemle ilgili çok önemli bir çalışmasından Türk okuru geçtiğimiz yıllarda ancak haberdar olabildi.[1]
Akademisyen Bülent Özdemir’in başlıkta ismi zikredilen kitabı, İngiliz istihbaratının Osmanlı Devleti’ndeki birbirinden farklı konumda olan yüzlerce kişiyle ilgili biyografik iki istihbarat raporundan oluşur. İlki 1917’de hazırlanmıştır. Başta Padişah olmak üzere bazı hanedan üyeleri, birçok komutan, siyasetçi ve devlet adamı, gazeteci, yazar ve aydınlar hakkındadır. İkinci rapor 1919 yılına aittir. Buradaki isimler ilkinden farklı olarak, Osmanlı hinterlandındaki aşiret, cemaat reisleri, kanaat önderleridir.
Kişiler hakkında hazırlanan biyografik bilgilerde isimleri, konumu, pozisyonu gibi maddi bilgilerin yanında psikolojik ve karakter tahlilleri de mevcuttur. Tahlillerde söz konusu kişilerin kişisel zaaflarından, korkularına; evhamlarından, dostluk ve düşmanlıklarına; siyasi görüşlerinden, özel yaşamına, ailevi sorunlarına kadar birçok alanda notlar tutulmuştur.
Fişlenen 465 kişi hakkında bazı değerlendirmeler yapılabilir. Öncelikle şu hususu –çevirmenin de vurguladığı gibi- belirtelim. Raporların yazıldığı zamanda Osmanlı Devleti’yle savaşan diğer İtilaf devletleri gibi İngiltere’nin de Osmanlı topraklarında bulunan bütün diplomatik temsilcilikleri ve misyonerlik merkezleri kapatılmıştır. Bunun göz önünde bulundurulması gerekir. Bazı kişilerin yazıldığı dönemle ilgili olarak ikamet ettikleri yerler tam olarak belli değildir. Raporu hazırlayanlar bu özel durum sebebiyle olsa gerek, bazı bölümlerde temkinli, tahmini yorumlarda bulunmuşlardır.
Biyografisi belirtilen kişilerin birkaç istisna dışında tamamı hayatta olan kişilerden oluşmaktadır. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, Kazım (Karabekir) Paşa, Ziya (Gökalp), Ali Fuat (Cebesoy) Paşa, Şeyh Sait gibi önemli kişilerin raporlarda olmaması dikkat çekicidir. Bazı kişiler hakkında daha fazla, bazıları hakkında da çok yüzeysel bilgiler sunulmuştur. Burada şüphesiz bahse konu olan kişinin siyasî ağırlığı ve nüfuzu göz önünde bulundurulmuştur. Örneğin Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’ya 3 sayfa, okuyacağı gazeteyi bile İttihatçıların belirlediği Sultan Reşat’a ise sadece bir sayfa yer ayrılmıştır.
Biyografi kahramanlarının İttihat ve Terakki ile ilişkilerine değinilir. Bahsedilen kişi eğer İttihatçı ise partideki konumu ve pozisyonu hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Günümüzde maalesef İttihatçılık ve İttihatçılar acımazsızca eleştirilmektedir. İmparatorluğun son zamanlardaki bütün günahları İttihatçıların üzerine itilmektedir. Raporlarda da çok ciddi anlamda İttihatçılık doğal ve haklı olarak eleştirilmiştir. İttihatçılıların idealistliği ve züğürtlüğüyle ilgili Talat Paşa örneğinde verilen şu örnek yiğidin hakkının yiğide teslim edilmesi olarak görülebilir: “Hırsının temelinde kendi çıkarları değil kesinlikle vatansever duyguları var; çünkü pek çok fırsatlar eline geçmiş olmasına rağmen servet peşinde koşmadı.” (s.88) Sadrazam ve Enver Paşa’nın dışındaki Cemiyet üyesi yetkililerin basit, mütevazı bir yaşantısı olduğu söylenir. (s.41)
Belirtilen kişilerin soyu, etnik kökeni, memleketi, eğitim ve öğrenim durumu hakkında epey bilgi sunulur. Birinci bölümdeki 2OO’e yakın kilit mercideki isimden sadece 4 kişinin Anadolu doğumlu olması da çok şey anlatır. Bahse konu olanların etnik vurgusu ısrarla belirtilir. Özellikle İttihatçılıların bazılarının mason, Halide Edip ve Ahmet (Ağaoğlu) Yahudi, Talat Paşa’nın hem mason hem Çingene olduğu iddia edilir.[2]
Karakter özellikleri üzerine tahlillerde bulunurken şahsiyetli kişilerin dürüstlüğü ve sağlam karakterliliği üzerine vurgu yapılır. Olumsuz kanaat belirtilirken ahlaksızlığı, çapsızlığı, alkol düşkünlüğü, yolsuzluk ve rüşvetçi vs. gibi özelliklerini belirtmekten kaçılmaz. İthamlarla ilgili bazen somut örnekler mevcuttur. Diplomat ve şair Abdülhak Hamid (Tarhan)’ın viski düşkünü olduğu belirtilirken, çapkınlığına değinilmemiştir.[3]
Ahlaksız olarak nitelendirilen kişilerin önemli bir kesimi gazeteci ve yazarlardır. Örneğin gazeteci Yunus (Nadi) hakkında şu not kaydedilmiştir: “Bir gazeteci ve siyasi bir dalevereci. Önce şantaj yaparak hayatını sürdürmekteydi sonra İttihat ve Terakki Partisi’ne katıldı ve özellikle bir Panislamist olarak gelişim gösterdi. Almanya yararına çalışmaktadır.”(s.91)[4]
Dönemin bazı komutanları hakkında yaygın kanaatin aksi görüşleri yansıtan bölümler de bulunmaktadır. Örneğin Balkan Savaşı’nda Yanya ve İşkodra’da halk ve askerin vermiş olduğu mücadele hâlâ dillere destandır. Yanya’nın Komutanı Vehip Paşa’nın Yanya’yı sattığını ifade ediyor rapor.
Raporda Enver Paşa biyografisi bölümü de oldukça ilginçtir. Enver Paşa’nın yanında yaveri ve en az 4-5 Paşa olmadan bir yere gitmediğini belirtir. Şimdiye kadar suikasta uğramamasına şaşılır. Enver Paşa döneminde Ordu’da yapılan tasfiyeye olumlu yaklaşılır. Şu cümlelerle belirtilir: “Türkiye tarihinde ilk defa ordu içinde yeteneksiz ve yetersiz olanların temizlemek gibi bir cesareti göstermiştir.”(s.41)
Masasında Napolyon heykelinin bulunduğu söylenir. Edirne’nin tekrar Türklerin eline geçtiğinde, şehre ilk giren Fahri Paşa komutasındaki birliklerin şehre girmemeleri gerektiğini, Enver Paşa’nın talebi doğrultusunda kendisinin beklenildiği, Enver Paşa’nın şehrin ana giriş kapısından Napolyonvari şapkasıyla bir kahraman gibi girdiğini anlatır. (s.43)
İkinci bölümü oluşturan çoğunluğu aşiret reislerine yönelik biyografilerde söz konusu kişilerin hangi tarafta olduğu, bazılarına İngiliz safında olmaları için teklifler götürdüklerini belirtir. Reislerin büyük bir çoğunluğunun İngiliz tarafına yakın, Türklerden uzak olması önemli bir tespittir. Kendileriyle işbirliğine girenleri belirttiği gibi her halükarda Türklerle birlikte kader birliği yapanları da açıklar. Satın alınamayan Kürtlerden Ali Bati hakkında aynen şu ifade kullanılır: “Ali Bati bu durumda Türklerin aleyhinde çalışamayacak kadar Türklere bağlıdır.” (s.100) Türk taraftarı olmanın reel politikada kaybettirmesine rağmen bazı aşiret reislerinin son ana kadar Türklerle birlikte olma gayreti içinde olduğu gözlenir. Aşiret reisleri hakkında yargıda bulunurken bazen kaynak olarak da Bnb. Noel’e atıfta bulunulur. Tarihçi Orhan Koloğlu’nun da belirttiği gibi “Musul’u neden alamadık” iddialarını ileri sürenlerin söz konusu kitaptaki bu listeleri okumaları gerektiğini düşünüyorum.[5]
Biyografilerdeki isimler hakkında bazen daha keskin yargılar, bazen de oldukça temkinli ifadeler bulunmaktadır. Söz konusu İngiliz vatandaşlarının menfaatleri olunca araştırdıkları bilgiler daha sağlıklıdır. Örneğin devlet yönetiminde söz sahibi olanların bazılarından bahsederken Alman, Rus veyahut Fransız sempatisi özellikle vurgulanır. Osmanlı’ya esir düşen Fransız ve İngiliz askerlerine yönelik kötü muamele yapıldığına dair iddialarda sorumluluk merciindeki kişilerin ihmali ve sorumsuzluğu masaya yatırılmaktadır. Gayri Müslim vatandaş ve Ermenilerin mağduriyetlerine daha fazla itina gösterilmektedir. Tehcir ve Ermeni sorununda kötü niyetli ve ihmalkâr kişilere de değinilmektedir.
İngilizlerin bu tarz biyografiye yönelik istihbarat raporlarında aynı çizgide çalışmalar yaptığı bilinmektedir.[6] Bu çalışmalar da bazen subjektifliğe varan, hakikat ile çelişen bilgiler olabilir. Ama bilgilerin çoğunluğunun doğru, metodolojilerin de sağlam olduğunu söylemek durumundayız. Önsözde Özdemir’in de belirttiği gibi burada parçadan daha ziyade bütüne bakılmasının doğru olacağını düşünüyorum.
Asırlar önce yaşayan Fransız Filozofu Bacon’un “Bilgi güçtür” sözüne inanmış, bu doğrultuda çalışan yabancı ve yerli bütün insanlara “işlerini” ciddiyetle yaptıklarından dolayı saygı gösterilmesi gerektiğine inanmaktayım.
Bu çalışmalarda birçok yerde “cahil, yobaz ama dürüst”, “kapasitesi az, ancak dürüst” gibi yargılar göze çarpar. Bugün ülkemizde insanımızın büyük çoğunluğunun mahalle kahvelerinden, akademik çevrelere kadar kendi düşünce, ideoloji ve mensup olduğu “cemaat” ile karşı kampta gördükleri hakkındaki değerlendirmelerinin insaf ve hakkaniyetten uzak olduğu gözlenmektedir. Diğer taraftan Kelâm-ı kadim’in “Bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin” [7] ikazına bu yazıya konu olan “işlerini iyi yapanların” kulak vermesi ilgi çekicidir. Bu kulak vermenin moral değerlerden mi yoksa profesyonellikten mi kaynaklandığı bu yazının konusu değildir.
Böylesi güzel çalışmanın daha iyi anlaşılmasına yönelik bir eksiklik belirtilmezse yazının eksik kalacağını tahmin ediyorum. Bahse konu olan kişilerin en azından soyadı, doğum-ölüm tarihleri gibi açıklamalarda bulunularak İngiliz diplomatlarının yazdıklarının dışında bazı bilgilere başvurulabilirdi. Son olarak kitapla ilgili kabaca bir fikir vermesi için İzmir Valisi Rahmi Bey hakkındaki yazılan raporla yazıya son veriyorum:
“İzmir Valisi. Yaşı 42 civarında, Avrupa’ya adım atan Türk olan Gazi Evrenos’un soyundan gelen Selanikli köklü bir Türk ailesine mensup. Talat’ın çok yakın arkadaşı ama Rusya ve İngiltere ile savaşa girilmesinin kesinlikle karşısında. Savaş boyunca İzmir’deki İngiliz uyruklularına ve diğer yabancılara karşı tutumu gayet iyi. Etkili bir desteği olan güçlü bir adam, faydası dokunabilir. Yunan nefreti konusunda fanatik, söylemlerinde tamamen ifrat halinde. Ayrıca bizim açımızdan güvenilir değil. (her ne kadar düşünceleri, önderleriyle her zaman tam olarak bağdaşmasa da) Jön Türk Hareketiyle çok sıkı bağlantısı olduğu gerçek.”(s.77)
[1] Bülent Özdemir, İngiliz İstihbarat Raporlarında, Fişlenen Türkiye, 170 sayfa, 2.Baskı, 2008, İstanbul, Yeditepe Kitabevi.
[2] İttihatçılara yönelik bu kitapta da belirtildiği gibi mason ve sabetaycı, Talat Paşa’ya yönelik Çingene ithamları oldukça yaygındır. Talat Paşa’nın bir kadı oğlu olması bile Çingene kökenli iddiası olduğunu çürütüyor. İngiltere’nin bu kozu bilinçli bir şekilde, propaganda olarak kullandığını tarihçi Koloğlu bir eserinde şöyle anlatır. ”İttihat ve Terakki’ye hiç Sebetaycılık damgası vurmayan İngilizler, İttihatçıların getirdiği Meşrutiyet’in, kendilerinin Mısır ve Hindistan’daki sömürgelerini etkileyeceğinden korkmuşlar, bu yüzden de İttihatçıların Manastır-Selanik eksenli gelişmesini bahane ederek, Sabetaycılık, dolayısıyla Yahudilik kampanyası başlatmışlardır. Yani İttihatçıların İslam dinine ihanetle suçlanmasını sağlayan İngilizlerdir. Oysa Filistin’i Yahudilere hediye eden de İngiltere’dir. Dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı’nın İstanbul’daki Büyükelçiye ”Abdülhamid’i unutun, İttihatçıları yerin dibine batırın!” talimatı verir.” (Orhan Koloğlu ile Söyleşiler: Bilimselden Medyatik’e Tarih, Söyleşiyi yapan Barış Doster, s.183, 2009, İstanbul, Destek Yayınevi)
[3] Abdülhak Hamid’in yaşam tarzını özetleyecek küçük bir anekdotun buraya uygun düştüğünü düşünüyorum. Hamid’in cenazesinin mezarlığa defnedilmesinden sonra arkadaşları Hamid ile ilgili bazı anıları anlatır. Arkadaşlarından birisi “Merhum hayatta çok çekti” deyince, Akif’in:
”Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek.
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek” mısralarını kendine şiar eylemiş merhum İbnülemin Mahmut Kemal (İnal) Bey o veciz sözü yapıştırır: “Hamid Bey, hayatta çok şey değil, üç şey çekti: Buldukça akşamları mey, sinesiye dilber, hazineden para”( Taha Toros, Mazi Cenneti, s. 64, 2. baskı, 1998, İstanbul, İletişim Yayınları)
[4] 21 yıl sonra İngiliz diplomatların Cumhuriyet dönemindeki 94 Türk büyüğü hakkında hazırladığı biyografik raporda da Yunus Nadi’nin siyasi çizgisindeki tutarsızlıklar ana hatlarıyla bahsedildikten sonra yukarıdakiyle örtüşen şu yargıda bulunulur: “…Zekidir ve Türkiye’nin en önde gelen yazarıdır, fakat her yöne dönmeye hazırdır. Aşırı içer ve genel davranışları Türkleri bile tiksindiren ahlaksız biridir.” (Erdoğan Karakuş, İngiliz Belgelerinde II. Dünya Savaşı Öncesi Türk-İngiliz İlişkileri (1938–1939), 3. Basım, 2004, Ankara, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları (K-41,42)
[5] Koloğlu, yukarıda bahsi geçen eserde İngilizlerin köydeki aşiret reislerini bile tanıdığını, onu nasıl elde edip, yönlendireceğini bildiriyorsa, tabiî ki o bölgeye sahip olur, diyor. (s. 162)
[6] Bu kitabın dışında 2 biyografik istihbarat raporuyla karşılaşmıştım. İlki 4. dipnotta belirtilen kitap, diğerinin de künyesi şudur: (Uygur Kocabaşoğlu, Majestelerin Konsolosları, s.262-273, 2004, İstanbul, İletişim Yayınları)
[7] Maide suresi, 8'inci ayet