20 Ekim 2009 Salı

TERCÜMAN’IN DEMİRBAŞI ERGUN GÖZE’NİN HATIRALARI


        Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz gazeteci ve yazar Ergun Göze’nin son yayımlanan eseri “Yaşasın Hatıralar”ı[1] geçen yıl okumuştum. Merhumun biyografisine yönelik bu kitabı anlatmayı uygun gördüm. Ergun Göze’yi ve “anı”larını niçin okumalıyız diye düşündüğümde birçok faktör bu kitabı okumamı zaruri kıldı diyebilirim. Çeyrek yüzyıl avukatlık yapmış bir hukukçunun, 34 kitap yazan, Fransızcadan 10 kitap çeviren bir yazarın, Tercüman Gazetesi’nde yazdıklarıyla onlarca yıl Anadolu’da ses getiren bir gazetecinin yazdıklarına –en azından kendi adıma- kulak vermek durumundayız. Kendi doğru bildiği ideallerinden şaşmayan, kırılmayan, bükülmeyen bu kalemin nasıl satın alınamadığının da öyküsü diyebileceğimiz bu hatıralar, Türkiye’nin son 60 yıllık siyasî ve sosyal fotoğrafını da yansıtmaya çalışır. Kubbealtı Neşriyat tarafından 2007’nin son aylarında yayınlanan 342 sayfalık bu kitap kolay okunabilecek bir üslup ve akıcılıkla yazılmıştır. Kitapta muhtelif zaman ve mekânlarda kendisi, dostları ve mülakat yaptıkları kişilerin bir kısmıyla çekilmiş olan 22 fotoğraf da bulunmaktadır. Kitabı daha iyi anlatabileceğimi düşünerek 6 bölümde değerlendirdim.

İLK ADIMLAR, BABIÂLİ’DE SABAH GAZETESİ

       Yazar, çocukluğunun geçtiği Sivas’tan, Sabah gazetesinden ayrıldığı güne kadarki hatıralarını 27 sayfaya sığacak şekilde anlatır. Göze, Cumhuriyetin 8. yılında, iki fakülte bitirmiş, Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca bilen, kendisinin deyimiyle: “ilim, irfan aşıkı” olan, bir dönem de Sivas Halkevi Reisliği yapan, avukat bir babanın oğlu olarak dünyaya gelir. Tabi söylemeye gerek yok; gazete, dergi ve kitaba ilginin oldukça fazla olduğu bir evde çocukluğu geçer. Avukat ve gazeteci olarak hayata atılmasında böyle bir “ev” in inkâr edilemez katkısı olur. 1950 yılında İstanbul Üniversite Hukuk Fakültesi’ne giren Göze, fakülteyi bitirmeden evlenir. Fakülte yıllarında milliyetçi dünya görüşünü benimser. İstanbul’da aydınların gittiği Karadeniz Kıraathanesi’nde birçok aydın ile tanışır. Milliyetçiler derneğinde çeşitli görevlerde bulunur. Okulunu ve askerliğini başarıyla tamamladıktan sonra, İstanbul Barosu’na kayıtlı bir avukat olarak 1980 yılına kadar gazeteciliğin yanında avukatlık mesleğini birlikte yürütür. Ergun Bey, bu bölümde eğitim hayatının başlangıcı ilkokul yıllarından, üniversite yıllarının sonuna kadarki dönemine fazla değinmez. 1960 sonrası Türk Milliyetçiler Derneği’nde aktif görevlerde bulunur, hatta 1960 sonrası derneğin genel başkanlığını da yürütür. İlk gazete yazısı 1949’da Sivas’ta mahalli bir gazete olan Hakikat’te yayınlanır. Okulu bitirdikten sonra Babıâli’de yayıncılık yapmaya ve gazetelerde çalışmaya başlar. Son Havadis gazetesinde ve Yurt Ajansı’nda kısa bir süre çalışır. Sabah gazetesindeki ilk fıkra yazısı olan “Bismillah” ile profesyonel gazeteciliğe adım atmış olur. Göze’nin gazetecilik mesleğine olan tutkusu, çalışma azmi mesleğinin zirvelerine doğru kendisini iter. Sabah gazetesinin Genel Yayın Müdürlüğü’ne kadar yükselir. Daha sonra da buradan Tercüman gazetesine geçer.

                                      NİÇİN TERCÜMAN?

       Ergun Bey, ömrünün neredeyse dörtte birini, gazetecilik yaşamının yarısından fazlasını Tercüman Gazetesi’nde geçirdiğinden olsa gerek eserinin 156 sayfasını Tercüman’lı yıllara ayırır. Yazar, bu bölümde Diyanet tarafından hazırlanan İslam Ansiklopedisi, Demirel Hükümeti zamanında çıkarılmaya çalışılan, ‘Bin Temel Eser Serisi’, Tercüman gazetesinin Türk kültürüne en büyük hizmetlerinden olan ‘Bin Bir Temel Eser’, serisinin hazırlanmasında değişik görevler üstlenir. Bu çalışmaların neden yarım kaldığını kendisine göre anlatmaya çalışır. Hüseyin Hatemi ve İlhan Selçuk ile yaşadığı polemikler; gazeteci-patron ilişkisi, gazeteciliğin mutfağında haberlerin yoğrulması, gazetenin yayın politikası, Tercüman’ın Anadolu ve yurt dışında etkisi hakkında epey bilgi verir. Gazetenin tirajının birkaç kişi dışında bilinmeyeceğini iddia eder. Patron ile görüşmek, iş teklifi yapmak için her gün birçok insanın kendisine uğradığını bunlara pek yüz vermediğini, birkaç kez de bazılarına aracılık ettiğini belirtir. Kitabı okuyan bozulmamış herhangi bir vicdanın “Ergun Bey dahi gazete sahibinin diğer ticari işlerine aracılık yapmışsa gerisini siz düşünün.” diyeceği satırlardır bunlar..

       Yazar, farklı tarihlerde Libya, Fransa, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan,  İspanya, Irak, İran, Avustralya gibi ülkelere hatta bu ülkelerin bazılarına birkaç kez gider. Bu ülkelerde çeşitli devlet, siyaset, düşünce adamlarıyla mülakat yapar. Mülakatlar gazetede yayınlanınca kamuoyunda geniş yankı uyandırır. Bu yurt dışı ziyaretlerin bir kısmına konferans, Suudi Arabistan’a da hac ibadetini yapmak için gider.  Yurt dışındaki izlenimleri de hatıralarında geniş yer tutar.
      
       Göze, günümüzün büyük gazetecilerinden devrin Tercüman gazetesi yazarlarından Rauf Tamer’in ”Şaheser Uykuda”, “Münevver Kime Derler”  başlıklı yazılarını Peyami Safa’nın fıkra yazılarından aşırdığını bahseder. (s.169)

       Ergun Göze ve Ahmet Kabaklı Tercüman Gazetesi’yle isimleri özdeşleşmiş yazarlardandır. Gazetede yaşanan ufak tefek sorunları büyütmemeye çalışırlar. Özellikle Kemal Ilıcak’ın Nazlı Ilıcak ile evlenmesinden sonra Nazlı Hanım’ın gazeteyi kendisine göre yönlendirmesi istenmeyen sonuçlar doğurur. Kabaklı ve Göze bunun için alınması gerekli tedbirleri defaatle Kemal Ilıcak’a anlatmaya çalışır. Bu usta kalemlerin bütün çırpınmalarına rağmen durumun vahametini Ilıcak iş işten geçene kadar anlamayacaktır. Gazetenin yavrusu olarak Bulvar gazetesinin doğması, gazetenin promosyon olarak kumarı teşvik etmesi, Hülya Avşar’ın dkraliçe seçildiği güzellik müsabakaları, bira imalatçılarının Atatürk’ü de kullanarak içki reklamı yayınlaması gibi durumları Ergun Göze, Ahmet Kabaklı ve Ünal Sakman gibi yazarlar kabullenemezler, gazeteden ayrılırlar. Bu kalemlerin gazeteden ayrılması Tercüman’ın çöküşe giden sürecini daha da hızlandırır. Gazetenin rayından çıkmasına, sevenleriyle arasındaki bağın kopmasına neden olur.
      
       Nazlı Hanımın gazeteye verdiği tahribatın boyutlarını anlatmak için yazar, şunları söyler: “Keşke diyorduk, bazı gazete patronları gibi,  Kemal’in de piyasadaki en pahalı yosmalardan birisiyle düzeyli bir birlikteliği olsaydı….Hiç olmazsa gazeteye bulaşmazdı. Gazetenin misyonunu bulandırmazdı.” (s.203)

       Ergun Bey, gazeteden ayrılır, gazeteyle herhangi bir organik bağı kalmaz ama Tercüman’ın bu hallere düşmesini kabullenemez. Bu durumu yansıtan güzel bir anekdot anlatır: ”Kemal Ilıcak’ın cenazesinde imamın helallik istemesi üzerine; bütün şahsi haklarını helal ettiğini ama amme haklarımı helâl etmediğini söyler. Bunun ne demek olduğunu soran arkadaşına şöyle tavzih eder: ‘İşte Kemal Ilıcak birçok iyi tarafına rağmen biraz görgüsüzlüğü, biraz para kazanma hırsı, Türkiye’de istediği kadını alabilecekken, aldığı kadının kolej mezunu ve bakan kızı olmasını gözünde çok büyüttüğü ve tesiri altında kaldığı için Tercüman zeval buldu. Türkiye, Tercüman gibi bir gazeteden mahrum kaldı. Amme hakkım işte bu.” (s.42)
      

İSTANBUL BAROSU İLE MÜCADELE,  BARIŞ DERNEĞİ VE İÇ POLİTİKA

       Avukatlık yapmayı arzulamamasına rağmen kendisinin deyimiyle, “solun, palazlanmaya ve hatta azmaya başladığı” dönemde İstanbul Barosu’nda Burhan ve Orhan Apaydın kardeşlerin yönetimi ele geçirdikten sonra baskı grupları oluşturarak, meslek kuruluşundan daha ziyade solun en önemli mevzisi haline getirilmesine karşı gazetedeki köşesinde mücadele vermeye çalışır. Bu mücadele mahkeme koridorlarına taşar. Burada verdiği mücadelenin içyüzünü genişçe anlatılır. Burada işin ilginç tarafı beş, altı bin üyesi olan İstanbul Barosu’nun seçimlerine büyük bir çoğunluğun gelmediğini, gelenlerin de seçimlerin sonucu beklemediğini dolayısıyla üç beş yüz kişinin Baro idare heyetini ve başkanını seçtiğini söyler. Bu kişilerin de bu kuruluşu ideolojilerinin dümen suyuna çevirdiğini belirtir. Oy kullanmaya gelmeyen, seçim sonucunu beklemeyen kişilerin de Apaydın ve ekibinin ideolojik icraatlarına karşı en fazla sızlananlar olduğunu söyler. Gazetede yazdıklarından dolayı Orhan Apaydın’a 8 milyon tazminat ödemeye mahkûm edilir. Böyle bir durumda dostlarının bir kısmından beklediği desteğin zekâtını bile alamaz. Kendisine tasavvur edemediği kadar maddi ve manevi destek verenlerden de bahseder. Bu günlerde tanımadığı, hiçbir zaman da görmediği, Kamuran İnan’ın babası, eski DP milletvekili, Şeyh Selahaddin İnan’ın[2] [2] bir beyefendiyle gönderdiği: “Şeyh Efendi’nin size selam ve hürmetleri var. Sizin Orhan Apaydın’a sekiz milyon lira ödemeye mahkûm olduğunuzu duydu ve dedi ki ‘Ergun Bey biraderim bu parayı veremez. Tarafımdan kendisine rica ediniz, ödeme emri kendisine tebliğ edildiği anda lütfen bana göndersin.” mesajından bahseder. Kendisi teşekkür ederek, bundan sonraki hukuki süreci anlatır. Bundan da aleyhte bir sonuç çıktığında gazetenin ödemesi gerektiğini söyler.

       Barış Derneği’nin icraatları hakkında bilgiler verir. Bu derneğin yöneticisi birçok kişinin Rusya’nın Afganistan’ı işgalini “Afganistan’a demokrasi getirme” teşebbüsü olarak gördüğünü belirtir. Rusya’nın Afganistan’ı işgal ettiği gün Uğur Mumcu ve Mahmut Dikerdem’in yazdığı yazılarda işgal bile diyemediğini söyler. Bu derneğin üyelerinden Uğur Mumcu’nun yazılarında hedef gösterdiği birçok insanın terör örgütlerince vurulduğunu söyler.

       Yazar, Tercüman geniş bir kesime hitap eden bir gazete olduğu için sağın bütün parti ve liderleriyle yakın ilişkisi olduğunu itiraf eder. Kendisine birçok kez milletvekilliği teklifi gelmesine rağmen siyasete atılmadığını belirtir. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin kurulmasındaki katkılarını anlatır.

TÜRKİYE GAZETESİ

       Göze, Enver Ören’in Türkiye’den önce Hakikat gazetesini çıkardığını bu gazetede uzun süre iktidarda olan Demirel’in davulunu çaldıklarını söyler, bununla ilgili somut bir örnek de verir. Demirel’e muhalif olan Necip Fazıl’ın -kendileriyle de arasındaki gönül bağına rağmen sırf iktidara yamanmak uğruna- karikatürünü köpek şeklinde çizerek yayınladıklarını söyler. Ören’in, Tercüman’ın bıraktığı boşluğu Özal iktidarının nimetlerinden faydalanarak, kayınpederinin şeyhliğini ve cemaat silahını kullanarak nasıl doldurmaya çalıştığını cesur bir şekilde beyan eder.

       Göze, Turgut Özal’ı bürokratlık yaptığı dönemde, (1978) yaptığı röportajın üst üste üç gün gazetede yayınlanmasıyla Türk kamuoyuna ilk kez kendisinin duyurduğunu, Turgut Özal’ın protokol dışı birisi olmasını kabullenemediğini söyler. Gazetenin yayın politikasının Özal’ın politikası ve menfaatiyle örtüşmesi Türkiye ile yollarının ayrılmasına neden olur.

       Tercüman’ın yaşadığı dönüşümün daha fazlasını Türkiye gazetesi de yaşar. Göze, İlk başlarda musiki haramdır diye televizyonlarda ilahi bile okutmayan Işık tarikatının daha sonra nasıl holdingleşip, kurduğu televizyonda kendilerinin fikri çizgisini zedeleyecek yayınlar yaptığını belirtir. İhlâs Holding’de parası batan binlerce garibana inat, Ören ve arkadaşlarının yaşamından herhangi bir fedakârlık sergilemediklerini ısrarla vurgular. Bu konu hakkında şunları söyler: “Enver Bey, çıkıp ‘Sadece şu varlığım borçlarımı karşılar, kuruşuna kadar ödeyeceğim, şunu şunu satıyorum.’ deseydi İhlâs Finans kapanmazdı. Alacaklılar beklerdi. Tercüman da aynı şeyi yapsaydı, yani on ay maaş alamayan ücretliler, bilselerdi ki Kemal Bey de evinde fasulye-pilava kaşık sallıyor, viskiler su gibi akmıyor, aile efradı da sıkıntıyı paylaşıyor, bir on ay daha beklerlerdi. Ve Enver Bey Müslüman televizyonu TGRT’yi de nihayet Amerikalılara sattı.”(s.267)


PORTRELER

       Ergun Bey, bu bölümde çeşitli siyasetçi, yazar, aydın; dost ve arkadaşları hakkında dikkat çekici gözlem ve tespitlerde bulunur. Bunlardan Mehmet Emin Alpkan’ın yüksek tahsili ve parası olmamasına rağmen Bizim Anadolu ve Bayrak gazetesini çıkardığından bahseder. Necip Fazıl’ın fikir sakası dediği Fethi Gemuhluoğlu’nun diğerkâmlığı hakkında şu cümleleri sıralar: “Evet, kendisi bırakmasına rağmen Fethi ağabey, birçoklarının yazmasına, doktora yapmasına, kariyer sahibi olmasına birinci derecede âmil olmuş ender bulunur bir insan demiştim. Meselâ rahmetli Erol Güngör’ü Mümtaz Turhan’a asistan olarak götüren odur. Keza merhum Çavuşoğlu’nun üniversiteye intisabında da o söz sahibidir.”(s.47) Kendisinin Tercüman gazetesinde çalışmasına da Gemuhluoğlu’nun vesile olduğunu vurgular.

GÜNAYDIN MACERASI, ARA DEVRE VE TERCÜMAN’IN SON PERDESİ

       Ergun Bey, üç ay gibi bir süre de Günaydın gazetesinde çalışır. Parasını peşin aldığı gazete hoşuna gitmediği için, gazetenin patronu da öldürülünce buradan ayrılır. Kemal Ilıcak, iflas edince gazete çalışanlarının ücretini dahi veremeyecek durumda kalır. Daha sonra da borçlu bir şekilde vefat eder. Oğlu Mehmet Ali Ilıcak babasının borcundan dolayı mirasını reddeder. 2000’li yılların başında Tercüman gazetesi aynı isimde, iki farklı gazete olarak doğar. Mehmet Ali Ilıcak, babasının mirasını kullanarak Dünden Bugüne Tercüman, aynı zamanda Çukurova gurubu da Olaylara ve Halka Tercüman gazetesini çıkarır. Mehmet Ali Ilıcak, kendilerinin çıkardığı gazetenin diğer Tercüman’dan farklı ve özgün olduğunu belirtmek için babasının ismini kullanarak, reddettiği mirasından istifade etmesine Ergun Bey tepki gösterir. Bu ve daha farklı etkenler de buluşunca Olaylara ve Halka Tercüman’da yazmaya başlar. Fakat burada da istediği ortamı bulamayınca aktif gazetecilik yaşamına son noktayı koyar
                                        DEĞERLENDİRME

        Ergun Bey’in hatıraları, bir devrin -özellikle de son 40–50 yılın- Türkiye’nin siyasi ve sosyal tarihi ile ilgili çarpıcı gözlem, tespitleri içerir. Yaşamının bütün merhalelerinde peygamberimizin “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” hadisini kendisine şiar, kulağına küpe etmiş bir aydının kaleminden çok sevdikleri, gönül verdikleri kişi ve kurumlar hakkında ciddi sitem ve itiraflar bulacağımız güzel bir eserdir.

        Yarım asrı geçen gazetecilik yaşamıyla, bir döneme damgasını vurmuş -Tercüman Gazetesi ile özdeşleşmiş olan- bu gazetecinin yazdıklarından almak isteyen herkese, alabileceği kadar dersler vardır. Çünkü bu yiğit ve soylu kalemin verdiği destansı mücadelenin genç kuşaklarca bilinmesi gerekir. Özellikle de fikri mücadelesini verdiği akımın sempatizanı ve sevenlerinin yaşadığı sıkıntı ve felaketleri en azından bu mağdurların çocukları ve torunlarının yaşamamasını isteyenler ‘Yaşasın Hatıralar”ı okumalıdır diye düşünüyorum. Son olarak merhuma Allah’tan rahmet, yakınlarına ve sevenlerine sabır diliyorum.
       
        (Erzurum Gazetesi, 20 Ekim 2009)       




[1] Ergun Göze, Yaşasın Hatıralar, 343 sayfa, 2007, İstanbul, Kubbealtı Neşriyat

[2] Burada eski DP milletvekili Selahattin İnan’ın Yassıada’da yargılanırken savcıya verdiği enfes cevaptan bahseder. “Yassıada’da Savcı Altay Ömer Egesel’in yaptığı sorguda Egesel, Tahkikat Komisyonu Kanunu’nun kabul edildiği celsede onun olmadığını söyleyerek, ‘Eğer olsaydı Efendi de, bu kanuna kabul oyu verecekti. O bakımından cezalandırmasını talep ederim.’ gibi garabet örneği bir mütalaada bulunmuştu. Selahaddin Efendi de, ‘Savcı Bey, şeyhliği bana verdi kerameti kendi üzerine aldı. Celsede hazır olsaydım ne karar vereceğimi kerâmeten keşfedip ortaya koydu.’ diyerek savcının saçmalığını ortaya koymuştu.”(s.218) 

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder