Özellikle 90’lı yıllardan sonra milli futbol takımımızın ve Galatasaray’ın yabancı takımlar ile oynadığı maçlarda, taraftarların “Avrupa Avrupa duy sesimizi, Bu gelen Türklerin ayak sesleri! ” tezahüratını duyan birçok kişi bu sözleri yadırgamıştı ve yadırgamaya da devam ediyor. Hâlbuki bu durum, neredeyse yüzyıllardır başarıya susamış, dünya arenasında amiyane tabirle adam yerine konulmayan Türklerin; uluslararası alandaki mütevazı başarılarının abartılı bir sevinci olarak yorumlanabilir. Ülkenin bazı aydınlarının[1] bile samimi duygular ile dile getirdiği, gençlerimize enjekte ettiği “bizden adam olmaz” yıllarının artık geride kaldığını belirtebiliriz. “Galatasaray”ın UEFA şampiyonu olması, Türkiye Milli Futbol Takımının dünya 3.sü olması, Orhan Pamuk’un Nobel edebiyat ödülünü alması, “Nuri Bilge Ceylan”ın yönettiği filmlerin ardı sıra dünya çapında ödüller alması,[2] “Kemal Karpat”, “Şerif Mardin”, “Fuat Sezgin”, “Halil İnalcık” gibi akademisyenlerimizin her birinin yaşayan sosyal bilimciler arasında dünyada otorite haline gelmesi, şüphesiz yukarıda anlatmaya çalıştığım onlarca hatta yüzlerce yıldır ülkemiz insanlarının üzerine çöken özgüvensizlik bulutunun kısmen dağı(tı)lmaya başlanması şeklinde tefsir edilebilir. Şu an benim aklıma gelenler bunlar. Bu başarı listesini tabi ki daha da uzatmamız mümkündür.
Yukarıda bahsettiğimiz medar-ı iftiharlarımızdan Halil İnalcık’a sözü getirmek istiyorum. Gazeteci Emine Çaykara’nın İnalcık Hoca ile yaptığı söyleşilerden oluşan, 2005’te yayımlanan, “Tarihçilerin Kutbu: Halil İnalcık Kitabı” isimli eseri[3] referans alarak birkaç satır yazmaya çalışacağım.
Kitabın konusu her ne kadar Halil İnalcık’ın yaşamı olsa da kitabın yazarı, söyleşiyi gerçekleştiren Emine Çaykara hakkında da kendisini tanımayanlar için birkaç cümle söyleyebiliriz. Çaykara, profesyonel Fransızca rehberlikten Fransızca tercüme çalışmalarına, dergiciliğin neredeyse tüm birimlerinden yazarlığa kadar birçok alanda kendisini ifade etmeye çalışan çok yönlü bir aydınımızdır. Çaykara, 5 telif eseri, 5 de çeviri eseri Türkçemize kazandırmıştır. Bu kitabın dışında da nehir söyleşisi dizisinde daha önceki yıllarda yayımlanan “Oktay Sinanoğlu Kitabı: Türk Aynıştaynı” ve “Muhibbe Darga Kitabı: Arkeoloji’nin Delikanlısı” adlı kitapları bulunmaktadır.
Eser; Önsöz, Halil İnalcık Bibliyografyası, Albüm, Yaşamöyküsü, Ad Dizini dışında 11 bölümden oluşmaktadır. Kitapta hocanın çocukluğu, öğrencilik yılları, ailesi, kendisini tarihçi olmaya sevk eden amiller, yurtdışındaki okul ve araştırma yılları, tarihte gezinti olarak muhtelif olay ve olgular hakkında çarpıcı, dolgun bilgiler, dünya tarihçilerinin özellikle de Osmanlı tarihine bakışı hakkında ilginç malumat, öğrencilerinin diliyle “Halil İnalcık” hakkında doyurucu bilgiler sunulmaktadır.
Hoca’nın dünyada akademik kariyerinin yükselmesine ve otorite haline gelmesine rağmen 1973’te yazdığı bir kitabının, 7 dile çevrildikten sonra ancak 2003’te Türkiye’de yayımlandığını öğreniyoruz.(s.160) Dünya çapında sözü geçen araştırmacı ve akademisyen olmak isteyenlere de nasihatte bulunur. 3 batı dilindeki yazıları okuyamayan bir araştırmacının tam bir bilimsel araştırma yapamayacağını vurgular. Örneğin Bernard Lewis’in üç doğu dilini (Türkçe, Arapça ve Farsça) mükemmel bilip kullandığını belirtir.(s.157) Lewis ile dostluğunun çok iyi olduğunu öğreniyoruz. İnalcık, Lewis ile yaptığı bir şakalaşmayı anlatır. Kanunî, şeyhülislamı Ebusuud Efendi’yle aynı yaşta olduğu için ona “Sinde sindaşım, dünyada yoldaşım, ahrette kardeşim.” dermiş. Lewis de Kanunî’nin sözünü tekrarlayarak “yaşta yaştaşım, ahrette kardaşım” deyince İnalcık Hoca “Valla güzel, yaşta yaşıtız, ama ahrette cennette mi yoksa cehennemde mi beraber olacağız?” demiş. (s.159) İnalcık şöhretli tarihçi olmasını Osmanlı arşivlerine borçlu olduğunu söyler.
Halil Bey, Yunanlı tarihçilerin Osmanlı yönetimine karşı önyargı yüklü olduğunu, hiçbir Yunanlı tarihçinin Osmanlı devri hakkında müspet şeyler söylemeyeceğini vurgular.(s.251) Yunanlıların kendilerini Bizans’ın varisi olarak gördüğünü, sıradan bir Yunanlı ile konuşulduğu takdirde “Megali İdea”, Bizans’ı ihya etmek”, İstanbul patrikliğinde Bizans’tan beri devamlılık ve evrensellik iddialarını duyabileceğimizi söyler.(s.179)
Halil Hoca 32 yıl çalıştıktan sonra 1972’de Ankara Üniversitesi DTCF’den emekli olur. Daha sonra Amerika Chicago Üniversitesi tarih bölümünde çalışmaya başlar. Burada da 21 yıl çalıştıktan sonra Türkiye’ye döner. 1993 yılından itibaren de Bilkent Üniversitesi’nde çalışmalarına devam eder. Galiba 2004 yılında öğretmenliğe noktayı koyar. Akademik çalışmalarını makale yazarak, konferans ve panellere katılarak halen devam ettirmektedir. 64 yıl akademide öğretmenlik yapan, 94 yaşına rağmen halen çalışan İnalcık Hocayı ideallerinin zinde ve diri tuttuğunu söyleyebiliriz. Eski öğrencisi Prof.Dr. Mihail Maxim, hocanın bu yaşta tarih çalışmalarına devam etmesini şöyle yorumlamaktadır: “…Biz tarihçilerin beyni, tarihi canlandıran bir cihaza bağlı ve daima çalışıyor…Yaş itibariyle bazı şeyleri unutabiliriz ama I. Murad’ın ne yaptığını, eski tarihleri hiç unutmuyoruz. Hoca da öyle, Osmanlı tarihinin olaylarını, resimlerini unutmuyor. Halil Bey’in ansiklopedik bir ufku vardır, rönesans insanları böyleydi, Nicolai Yorga aynı tipteydi. Hiç durmadan arı gibi bir şeyler yazıyor, tarihi yazarken sadece kendine ait olan tarlayla uğraşmıyor; eski Yunan, Grek-Roma kültürü ile de ilgileniyor.”(s.510)
DEĞERLENDİRME
İnsanlarımızın büyük çoğunluğunun her geçen gün emeklilik hesabı yaptığı bir dönemde, zamanını verimli kullanarak bir insan ömrüne onlarca ömür sığdıran insanlara gıpta etmişimdir. Özellikle de günümüz gençlerinin ve öğrencilerinin model sıkıntısı çektiği böylesi dönemlerde, 94 yaşında hâlâ okuyan, yazan, konferans veren, sempozyuma katılan Halil İnalcık gibi beyinlerimizin yaşamında, ders ve ibret almak isteyen herkese veriler olduğunu düşünmekteyim. Son olarak Hoca’ya Allah uzun ömürler versin diyerek satırlarımı noktalıyorum.
(Erzurum Gazetesi, 2 Mart 2010)
[1] “Bizden adam olmaz” tezini sık sık işleyen yazarlardan birkaçını sıralayabiliriz: Aziz Nesin, Çetin Altan, Demirtaş Ceyhun vs.
[2] 2008 Cannes Film Festivali’nde “Üç Maymun” filmiyle “En İyi Yönetmen Ödülü”nü alan Nuri Bilge Ceylan’ın, ödül töreninde yaptığı teşekkür konuşmasındaki “Bu ödülü birisine adamak istiyorum: Tutkuyla sevdiğim, yalnız ve güzel ülkeme…” sözlerini de başarıya susamış toplumun itirafı olarak yorumlayabiliriz.
[3] Emine Çaykara, “Tarihçilerin Kutbu: Halil İnalcık Kitabı”, 614 sayfa, 4.basım, 2005, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, www.iskultur.com.tr
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder