Batı âlemi özellikle de son 4-5 yüzyıldır genelde kendisinin dışındaki dünyayı keşfetmeye, özelde Osmanlı Devleti’nin durumunu, insanlarını, kültürlerini öğrenmeye yönelik çalışmalarda şüphesiz seyyah, misyoner, tacir, diplomat, sanatçı vs. gibi farklı meslek erbaplarının gözlem, tecrübe ve bilgilerinden faydalanmıştır. Hatta Filistinli ünlü düşünür Edward Said’in “oryantalizm” kavramıyla ortaya attığı gibi bu çalışmaları bir disiplin altına alarak kendi ülkeleri ve gelecekleri için hemen hemen her Batılı ülkesinde üniversitelerde enstitüler, kürsüler açmış, kitaplar ve dergiler neşretmiştir. Bu ülkeler, değindiğim kurumların ürettiği bilgi ve değerleri diplomaside kullanarak uluslar arenasında sözü geçer ülkeler sınıfına dâhil olmuşlardır. Ülkemiz aydınlarının 19. yüzyılın sonları hatta 20. yüzyılın başı itibariyle ülkenin ve devletin yaşamış olduğu ölüm-kalım savaşları, aydınların muhtelif sorumsuzlukları ya da ufuksuzları vb. gibi açıklamakta zorlandığımız sebepler yüzünden ecnebilerin milletimiz, devletimiz ve kültürümüz hakkındaki yazdıklarının çoğundan bihaber olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Çoğunluğu 19. yüzyılda yazılan ve basılan bahse konu olan çalışmaların geç de olsa muhtelif yayınevleri tarafından yayımlanması sevindirici bir gelişmedir. Hatta bu gibi çalışmaların her geçen gün artmakta olduğunu gözlemlemekteyiz. Dergâh Yayınevi de geçen yıl “Yabancıların Gözüyle Türkler” dizisi kapsamında bu tarz kitaplar yayımlamaya başladı. Bugüne kadar bu seri kapsamında 7 kitabı kültür hayatımıza sundu. Bu kitaplardan ikisi hakkında bir yazı hazırlamaya karar kıldım. İlkini bu haftanın yazısı, diğerini de gelecek haftanın yazısı olarak yayımlanmak üzere hazırladım.
19. yüzyılda Afrika’ya yaptığı keşiflerle tanınan ayrıca Afrika’yı Ekvator boyunca aşarak denizden denize geçen ilk Avrupalı unvanını alan İngiliz-kâşif Verney Lovett Cameron, bu yüzyılın ikinci yarısında bir dönem Anadolu’da bulunur. Kendisinin denizci olması hasebiyle birçok ülke ve şehri, kültürü yakından görme fırsatı elde eder. Yazar, ülkemizde yaşadığını iddia ettiği, başından geçen tehlikeli ve heyecanlı maceraları “Türkler Arasında” isimli kitapta anlatır. Bu kitap 2008 yılında ülkemizde yayımlanır.[1]
Yazar, memleketinden gemiyle çıkıp ülkemize gelene kadarki tehlikeli yolculuğunu, akabinde Türklere esir düşmesini ve macera dolu bir yılını bu kitapta anlatır. Esir olarak bir zengin Acem’e satılır. İstanbul’dan önce gemiyle Trabzon’a daha sonra da arabayla ve yürüyerek Erzurum’a hareket ederler. Burada bir Ermeni tüccar kendisini kaçıracak zemini bulur ve esirlikten kurtarır. Hem Bu Ermeni tacirin işlerini görmek amacıyla hem de kendisini Bağdat ve Basra’daki İngiliz Konsolosluğu yetkililerine ulaştırmak üzere, önce Diyarbakır ve Urfa’ya sonra da Bağdat ve Basra’ya yol alır. Yolculukları çok tehlikeli bir şekilde geçer. Türk, Kürt, Arap, Acem, Ermeni, Yahudi ve Süryani birçok kişiyle ilişki kurar. Kervansaraylarda ağırlanır, zaman zaman ölümden döner. Kendisi zaman zaman kimliğini gizleyerek Basra’ya ulaşır. Bombay’dan gelen gemiyle tekrar memleketine döner. Maceraları anlattığına göre bir yıl sürer. Kitaptaki yaşadığı şehirlerden Urfa ve Bağdat’ta kurulan pazarın büyüklüğü ve pazardaki insan çeşitliliği Cameron’un dikkatini celbeder. Pazarda Hindular, Araplar, Ermeniler, Venedikliler, Cenevizliler, Yahudiler, Ermeni ve Batı Avrupalı tacirlerin yoğunluğu bulunmaktadır. Yazarın bu bilgisine dayanarak bu şehirlerin ticaret yolları üzerinde olduğu için pazarlarının büyük olduğunu dolayısıyla o döneme göre gelişmiş şehirler olduğu yorumuna varabiliriz. İlk olarak esir düşmeden önce İskenderun limanına gelirler. Buradaki salgınların yoğunluğu, sebebi ve kendilerine verdiği tahribat hakkında küçük bir izahta bulunur: “İskenderun kasabası her zaman hastalıklarla anılışından dolayı kötü bir üne sahiptir. Denize bitişik olan bataklıkları ateş ve sıtmaya yataklık eder. Biz oradayken lekeli humma salgını baş gösterdi. Bu salgında Kaptan Tomkins, birinci ve ikinci kaptanlarla pruva direği işçilerimizin pek çoğunu kaybettik.”(s.19)
DEĞERLENDİRME
Hatıra kitabından daha ziyade macera çizgisinde bir eser olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat bu yaşadıklarının hangi dönem ve yıllara ait olduğu eserde fazla sezinlenmiyor. Eseri okuyunca yayınevi editörünün sunuş bölümünde iddia ettiği gibi “kurmaca bir metindir” yargısına insan hak veriyor. Satır aralarında İngiliz vatandaşı Cameron’un Türk ve Osmanlı’ya olan önyargısı sırıtır. Urfa’da bir derviş Müslümanlarca yüzyıllardır anlatılagelen “Balıklı Gölle” ilgili menkıbeyi kendisine anlatır. Buradan sonrasını yazar şöyle anlatır: “Derviş konuşmasını bitirince ona teşekkür ettim. Birkaç kişinin ekmek satın alıp balıklara attığı dikkatimi çektiğinden ben de aynısını yapıp Nemrut’un halkını besledim. Sonra dervişe bahşiş verip oradan ayrıldım.” (s.105) Eserin bir yerinden hamalları yediği yemeklerden bahsederken “Alman kuzenlerimizkine benzer…”der.(s.43) Öbür taraftan sağlığını, malını hatta canını tehlikeye atarak gerek macera için gerekse işi icabı çalışan bu insanların cesaretine, gayretlerine şapka çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum.
(Erzurum Gazetesi, 3 Ağustos 2010)
[1] Verney Lovett Cameron, Türkler Arasında, Tercüme: Sema Özgün, 126 s., 2008, İstanbul, Dergâh Yayınları
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder