24 Ağustos 2010 Salı

GÖNÜL DAĞINDAN YÜKSELEN BİR SES: NEŞET ERTAŞ

Büyük bestekâr, ünlü saz ustası, ülkemiz âşıklık geleneğinin son halkalarından birisi olarak tanımlanagelen, türkülerini zevkle dinlediğimiz, piyasada birbirinden farklı kişilerden dinlediğimiz ve duyduğumuz -anonim olmayan- türkülerin birçoğunun bestekârı, “Gönül Dağı”, “Acem Kızı”, “Hapishanelere Güneş Doğmuyor”, ”İki Büyük Nimetim Var” türküleriyle türkü dostlarının yakından tanıdığı Neşet Ertaş’ı biraz tanımak ister misiniz?

Gazeteci Haşim Akman’ın Neşet Ertaş ile yaptığı nehir söyleşiden oluşan, 2006’da yayımlanan, “Gönül Dağında Bir Garip”[1] isimli kitaba sadık kalarak Sayın Ertaş’ın hayatı ve sanat anlayışı hakkında kısa bir yazı sunmak istiyorum. 

Akman, Neşe Ertaş’ın çocukluğu, abdalların yaşantısı, abdal olarak aşağılanmaları, babası Muharrem Ertaş faktörü, müzik yaşamına başlaması, radyo ile tanışması, mahalli sanatçı olması, yurt içinde konserler vermesi, uzun gurbet yılları olan Almanya günleri, 2000’li yıllarda şöhret olması, sanat anlayışı, aşkları, dünya görüşü, mesleği hakkında kamuoyunun merak ettiği yüzlerce soruya cevap almaya çalışır. Ancak gel gör ki âşığı konuşturmak hiç de kolay olmaz. Yer yer sorular cevaplardan daha uzun hale gelir. Okul yüzü görmeyen, okumayı-yazmayı sonradan öğrenen Ertaş’ın hayatından 3 kavramı çıkardığımızda Neşet Ertaş yerle yeksan olur: Aşk, gurbet ve garip.

 Genelde abdalların özelde kendi ailesinin zor yaşamlarını anlatmasıyla başlar kitap. 5–6 yaşlarından itibaren babası ile birlikte köy köy dolaşıp düğünlerde oyun oynar. Müzik hayatına darbukayla başlar. Akabinde de cümbüş ve keman çalarak düğünlerde babasının müzik orkestrasına katkı sağlar. 13–14 yaşından itibaren de sazı eline alır. Ve bir daha bırakmaz. Babası rahmetli Muharrem Bey de Neşet Ertaş gibi âşıktır. Abdal oldukları için toplum tarafından sürekli dışlandıklarını ifade eder. Başlarındaki şapkayı, kaşları görünmeyecek şekilde takmak zorunda olduklarını söyler. Konuyla ilgili bir anısını hiç unutmaz. İstanbul’da şapkasız bir şekilde yaşadığını, tekrar Kırşehir’e geldiğinde şapkasız geçtiği için çocuklar tarafından taşlandığını belirtir. Çocuk denilecek yaşta Kırşehir’den ayrılır. Bunun sebeplerinden en önemlisi okuru çok hüzünlendirir. Çok küçük yaşlardan itibaren âşık olduğunu, bu aşkın karşılığının olmadığını, abdal olduğu için çekindiğini, eli eline değmediğini, kendilerine kız vermediklerini; bunun üzerine de sevdiğin kızın düğünün çalgıcısı olarak kendilerini çağırdıklarını, bunun tarif edilemez acılar yaşattığını söyler.(s.70)

Ankara ve İstanbul’da kendisini ispatlamaya çalışır. Muhtelif gazinolarda türkü söyleyip saz çalar. Radyo ile tanışır. Ayda birkaç kez radyoda parçaları çalınır. Yurtiçinde konserlere gider. Yazılarımda prensip olarak özel yaşamları irdelememeye itina gösteriyorum. Neşet Ertaş’ı Neşet Ertaş yapan özellikleri okurun bilmesi gerekir. Haliyle Neşet Ertaş portresinde fotoğrafın daha net çıkması için bu özel durumun geçiştirilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Askerlik öncesi evlenir. 7 yıl süren kısa bir evlilik geçirir. Daha sonra tekrar evlenmez. Yaklaşık elli yıldır bekâr olarak yaşamını sürer. Anladığım kadarıyla kendisini duygusal olarak hazır hissetmediği ve çok küçük yaşlarda evlendiği için kısa sürede ayrılırlar. Bu evliliğin yolda kalmasının sebebi olarak eşi değil de kendisini suçlu hisseder. “Kendim Ettim Kendim Buldum”, “Hata Benim” türkülerini bu dönemde besteler. Çocuklarını yetiştirmek için Almanya’ya gider. Burada da muhtelif düğün, sünnet düğünü, gazino ve konserlerde rızkını arar. Yaklaşık 30 yıl kadar yurtdışında kalır. Bu süre zarfında anayurtta Neşet Ertaş hakkında sık sık öldü haberleri çıkar. Neşet Ertaş, kendi kulağıyla hem televizyon hem de radyodan “Rahmetli Neşet Ertaş’ın bir parçası..” anonsunu dinlediğini ifade eder. 90’lı yılların ortalarından itibaren türkünün Türkiye’nin müzik gündemine bomba gibi düşmesiyle birlikte anonim türkülerin dışında en büyük türkü ustasının farkına varılır. 2000’li yılların başında Türkiye’ye dönmesiyle meşhur olur. Artık kendisiyle gazeteciler mülakat yapar, belgeseli çekilir, hakkında kitaplar yazılmaya başlanır, hakkında akademisyenler tezler hazırlar, parçalarının notaları kayıt altına alınır. Özellikle eğitimli gençlerin türkülerini çok sevmesi, konserlerinin müdaviminin çoğunluğunu üniversitelilerin oluşturması kendisini çok mutlu eder. İlk gençlik yıllarında Ertaş türküsü dinleyicilerinin neredeyse tamamını başta Kırşehir ve İç Anadolu Bölgesi insanı oluşturmaktaydı.[2] Bugün ise piyasada türkü olarak söylenenlerin ezici çoğunluğunun yolları Neşet Ertaş ile kesişmektedir.

SANAT ANLAYIŞI HAKKINDA

Kendi imkânlarıyla erken yaşlarda okuma-yazmayı öğrenen Ertaş, 9–10 yaşlarında şiir yazmaya başlar. Muharrem Ertaş’ın oğlu olmanın nimetlerini artı değer olarak kullanmakla birlikte yoğun bir emek sonrası babasının şöhretini geçecektir. Yaşamı ve dünya görüşüyle ilgili mütevazılığı herkesin dikkatini çekerken; söz dönüp dolaşıp mesleği ve sanatıyla ilgili bölümlere geldiğinde; kendisine göre bir üslubunun olduğunu, buna saygı göstermeleri gerektiğinin altını ısrarla çizer. Yoğurt yiyişinin farklılığına kesinlikle dil uzattırmaz. Muzaffer Sarısözen, Neşet Bey’in radyo ile tanıştığı günlerde kendisine şiir ve türkülerinde anlaşılır bir dil kullanmasını önerir. Bu nasihati ömür boyu kulağına küpe eder. Türkülerinde isminin geçip geçmemesiyle ilgili Muharrem Ertaş’a danışır. Babası ismini vurgulamamasını, garip (ismini)kavramını kullanmasını söyler. Nitekim hiçbir türküsünde adı soyadı geçmez. Söylediği türkülerin yaklaşık yüzde 90’ının bestesinin kendisine aittir. Kalanı da anonim türküler ve babasından duyduklarıdır. “Mühür gözlüm” parçası Aşık Ali İzzet Özkan’a ait olmasına rağmen, Ertaş ile Türkiye gündemine gelir. Neşet Bey’in özgünlüğünü oluşturan etkenlerin başında bağlamasında bulunan perde sayısı gelmektedir. Normal şartlarda –TRT sazlarında- 20-22 perde olurken, kendisinin bağlamasında 40 ile 50 arası perde bulunmaktadır. Bu özgünlük eserlerinin başka bir müzisyen tarafından icra edilmesiyle başlı başına bir sorun halini gelmektedir. Akademisyen ve Müzikolog Erol Parlak, önemli türkülerinin bazılarını notaya aktarır. Bu notalar ilk kez bu kitapta sergilenir. Kendisinden bütün parçaların kaydı alınırken özellikle bazı parçalarda kaydı alınamaz. Örneğin “Acem kızı” parçasını Çekiç Ali çalar, kayıt olarak da Çekiç Ali’nin ismi yazılır.

Bağlamanın sapının kısaltılmasına karşı çıkar. Kısa saplı bağlamayla mahalli seslerin kaybolduğunu, türkünün budandığını söyler. Alevi-Bektaşi geleneğini temsil eden âşıkların bağlamalarının kısa olmasının alevi deyişlerinin söylenmesinde hiçbir sorun teşkil etmezken türküye gelince muhtelif sorunlar çıkarabileceğini belirtir. Nidai Tüfekçi gibi birçok müzisyenin türkü tanımında belirlediği “Bestelenmiş olan şiir türkü değildir.” yaklaşımına ısrarla karşı çıkar. Bestelenmeden havanın meydana gelmeyeceğini, havanın anasının beste olduğunu, hava olmadığı takdirde sözün hiçbir işe yaramayacağını söyler. Alevi türkü ve deyişlerindeki bazı vurguların dışlayıcı etki yaptığını anlatır. Kendisinin ayrımcılığa mahal verecek hiçbir işin içinde olamayacağını belirtir.

   Gazeteci Akman, bilinen o soruyu sorar: “Evlilik, aşkı bitirir mi, çoğaltır mı?” Halk aşığı Neşet Ertaş’ın cevabı oldukça ilginçtir:
—Aşk hasretten doğan bir yankıdır. Evlendiğin zaman bu ateş tabii haliyle harını kaybeder ama narı gene kalır. Üstü küllense de altından ateş durur. Akman, cevabın bir kısmını alsa da merak ettiği diğer soruyu yöneltir: “Ne kadar dayanır bu köz?” Ertaş’ın cevabı da ibretliktir: “—O senin taşımana bağlı. İstersen söndürebilirsin. Onu söndürmemek de senin elinde.” (s.240) Hayatı boyunca hiçbir seçimde oy kullanmadığını, bunu açıklarken oy atacağı partilerin karşısında olanları dışlama anlamına geldiğini söyler. Sanatçılardaki ilginç alışkanlık ve huylardan birisi olarak evinin dışındaki hiçbir mekânda kendi gönlünce eğlenmemesini söyleyebiliriz. Okul yüzü görmemiş bu ariften vecizelik bir sözü önemsiyorum: “Benden bir fazla bilenin talebesiyim, bir eksik bilenin de öğretmeniyim.”(s.236)

DEĞERLENDİRME

Türk Halk Müziğinin Abdal müzik geleneğinin son halkalarından olan, önemli bestekâr, saz ve türkü ustası Neşet Ertaş’ın yaşamı ve sanat anlayışı hakkında tafsilatlı birkaç eserden birisi de atıfta bulunduğumuz kitaptır. “Gönül Dağında Bir Garip: Neşet Ertaş Kitabı” Yerelden ulusala taşan, onlarca ölümsüz esere imza atmış bir müzisyenin hayat hikâyesine kulak vermek isteyenler için önemli bir kaynak özelliğini korumaktadır.

(Erzurum Gazetesi, 24 Ağustos 2010)









[1] Haşim Akman, Gönül Dağında Bir Garip: Neşet Ertaş Kitabı, 308 Sayfa, 1. Baskı, 2006, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, www.iskulturyayinlari.com.tr

[2]  Neşet Ertaş’ın İç Anadolu insanı tarafından ne kadar benimsendiğiyle ilgili küçük ve etkili bir anekdotu Yozgatlı bir arkadaşımdan dinlemiştim. Mahallelerinde bulunan bir âlemci Neşet Ertaş hastasıdır. Bu kişi, içki sofrasını eşi ve anasına kurdurur. Bir tarafına anasını diğer tarafına yârini alıp, teypte Ertaş’ın çalan “Hayatta iki büyük nimetim var: biri anam diğeri yârim” türküsü eşliğinde içermiş.


1 yorum :

  1. Merhaba,
    Çok sevdiğim Neşet Ertaş'la ilgili bu yazıyı keyifle okudum.Kitabı da okumak isterim.
    Gülcan.

    YanıtlaSil