Geçtiğimiz aylarda Timaş Yayınları “Hatırat Kitaplığı” kapsamında bir Mevlevî Postnişinin anılarını anlatan Tekke’den Meclis’e: Sıra Dışı Bir Çelebi’nin Anıları isimli kitabı yayımladı.[1] Veled Çelebi İzbudak, çok yönlü bir irfandır. İsminden de anlaşılacağı gibi Mevlana’nın oğlu Veled’in ismini ve Çelebi adını alması tesadüf değildir. Mevlana’nın soyundan gelen, Mevlevî muhitinde yetişip Eyüp Bahariye ve Galata Mevlevihânesi’nde çalışan İzbudak, uzun süre Konya Mevlana Dergâhı Postnişinliği’ni yapar. Dönemin Türkçecilik ve Türkçülük akımına ilmi ve kültürel çalışmalarıyla katkı sağlayarak kültürel tarihimize iz bırakan bir aydındır. Türk Derneği’nin kurucuları arasındadır. Tercüman-ı Hakikat ve İkdam gibi gazetelerde; Mektep, Hazine-i Fünun, Resimli Gazete mecmualarında yazılar yazar. İlk gençlik yıllarında Konya’da 4 yıl memur olarak çalışır. Daha sonra İstanbul’da Dâhiliye Nezâreti Matbûât-ı Dâhiliye Kalemi’nde sansür memuru ve müdürü olarak görev yapar. Konya Postnişiliği’nden sonra da kısa süre Şurayı Devlet azalığı yapar. Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da bulunur. Ankara Lisesi’nde Farsça Muallimliği yapar. Akabinde Ziya Bey(Gökalp)’in başkanlığını yaptığı Telif ve Tercüme Heyeti’nde bulunur. Cumhuriyet döneminde 4 dönem (16 yıl) milletvekili olarak görev yapar.
Veled Bey, çocukluğunun geçtiği Konya’da Mahalle Mektebi’ndeki günlerini anlatır. İntizamsızlık, çocukların terbiyesizliği, gürültü, usul-i tedrisin yolsuzluğu ve soğuk gibi birçok sebep yüzünden bu okuldan bıktığını belirtir. Bu okuldan sonra Mekteb-i Rüştiye’ye kaydolur. Bu günü “Cehennemden çıkıp cennete girmiş gibi oldum.” diye anlatır. Mevlevilik ile ilgili ilk bilgileri ailesinden alır. Bu arada çocukluktan beri kendisini geliştirmenin peşindedir. Konya’daki Vilayet Gazetesi’nin başmuharriri olarak yazı hayatına atılır. Buradaki 4 yıllık memuriyet hayatından sonra daha fazla bilgi sahibi olmak için İstanbul’a yol alır. Bahariye Mevlevihânesi’nde yaklaşık iki yıl çalışır. Bu süre zarfında ilmi faaliyetlerine devam eder. Birçok süreli yayınlara yazılar yazar. Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Necip Asım gibi bir kısım yazar ile ahbaplık kurar. Zaman zaman buluşarak farklı ortamlarda bu yazar ve ediplerle mübahaselerde bulunur. Veled Bey “Türk Dili Lügati” çalışmasını hazırlarken Ahmet Mithat Efendi ve Necip Asım Bey’in gösterdiği yakın ilgi ve gayretten bahseder. Eserleri okurken dikkat edilecek hususlarla ilgili edebiyatımızın Efendi Babası’nın ettiği nasihati yazar Mevlanaca bulur: “Çelebi, yazıda her iki satırın arasında bir satır daha vardır. Onu oku.”(s152)
Hatıralarda günlük hayattan kesitler de bulunmaktadır. Yazar, 1892 yılının kışının çok şiddetli geçtiğini, karın bir metreyi geçtiğini, Haliç ve Boğaziçi’nde denizin bazı yerlerinin donduğunu, Eyüp’ten, buz üzerinde Sütlüce’ye gidildiğini, hatta Bahariye Mevlevihânesi meydancısının buz üzerinde sema ettiğini belirtir. (s.65) İstanbul’un yaşadığı en büyük depremlerden 1894 depremini –kendi ailesi ve mahallesi ekseninde- anlatır. İstanbul’un yüzyıllardır kara yazgısı olan yangınlardan Veled Bey de nasibini alır. Özenle biriktirdiği birçok yazma ve tarihi eser yangınla birlikte kül olur. 1896’da Ermeni teröristlerin Osmanlı Bankası’na yaptığı baskın ve akabindeki olaylarla ilgili de “Ermeni Patırtısı” başlığıyla bir bölümü oluşturacak kadar bahseder.
Yazarın Dâhiliye Nezâreti Matbûât-ı Dâhiliye Kaleminde sansür memuru ve müdürü olarak görev yaptığını ikinci paragrafta söylemiştim. Sultan Abdülhamid döneminin en çok eleştirilen icraatlarının başında basına getirdiği sansür yıllardır tartışılmaktadır. Veled Bey’in sansürün iyi niyetli ve cahil kimseler tarafından nasıl yorumlandığını ve basının içinin boşaltılarak ne hale geldiğini anlattığı satırlarına kulak vermek durumundayız: “Hıfzı Bey’in ilmi yoktu. Ecnebi dili de bilmezdi. Fakat resmî daire işlerine ve resmî takayyüdata tamamen vakıftı. Vazifesinin eri idi. Bunun kadar işine ehliyet ve kifayeti haiz bir memur az görülür. Merhum, cahil olduğundan ve mevkii muhafaza ve âtisini temin hususuna fevkalâde haris bulunduğundan, gazeteleri çok sıkıştırıyordu. Bu sebeple matbûata fenalığı dokundu. İlmî makaleleri anlayamadığından dolayı çize çize nihayet tamamen yasak ederdi. Edebî eserlerde anlamayacağı kısımlar olduğundan onlar da hışmına uğrardı. Bana ve arkadaşım Samih Bey’e de emniyeti yoktu. Gazetelerin münderecâtını şu dereceye indirdi: Tevcîhat; selamlık resm-i âlîsi; havadis-i dâhiliye namına mesela Rüsûmat ve Orman ve Maâdin ve Şehir Emaneti gibi bazı dairelerin en adi bazı havadisleriyle, tramvaylara ait beş on hezeyan; ‘teblîgât-ı resmiye’ unvanı altında vilayetlerden gelen şehrâyin telgrafları ve aşıya müteallik (ilanlar) ve Hicaz şimendiferi ilanları ve Nüfus idaresinin isimleri ve mesken tamimleri gibi şeyler. Ve havâdis-i hariciye olmak üzere de birçok uzak yerlerin, kavimlerin gayet ehemmiyetsiz lafları ve sonra da ilanlar.. Yahut şöyle de taksim edilebilir: Birinci sahifede selamlık resm-i âlisi, tevcihât ve tebligât ve ecnebilere ait ehemmiyetsiz, manasız telgraflar. (ikinci sahifede) Dış haberlere ait ecnebi gazetelerinden lüzumsuz tercümeler. Üçüncü sahifede, iç havadisler ile yine ecnebi gazetelerinden tercüme edilen ve ‘havâdis-i mütenevvia’namı altında bulunan “Amerika’da yirmi katlı binalar varmış” gibi hiçler. Dördüncü sahifede ise ilanlar.”(s.99/100) Hıfzı Bey’in müdürlüğü sonrası gelen Ebu’l Mukbil Kemal Bey’in de aynı çizgide görev yaptığını, daha sonra da müdürlüğe kendisinin geldiğini belirtir yazar. Kendisinin görev yaptığı dönemde Edebiyat-ı Cedîde ve Fecr-i Âtî’nin inkişaf ettiğini -bunu o devrin ediplerinin kitaplarında yazdığını söyler- kendisinden öncekiler gibi olsaydı dergilerin bu boyutta olmayacağını iddia eder.(s.101)
Mehmet Reşad Efendi, Salahaddin, Yusuf İzzeddin, Abdülmecid, Selim gibi birçok şehzade ile olan muhabbetleri yüzünden Saraya davet edildiğini anlatır. Sultan Reşad’ın iktidara gelmesinden sonra 1910’da kendisini Konya Mevlana Dergâhı’na atadığını, 9 yıllık süre zarfında her İstanbul’a geldiğinde Topkapı Sarayı’nda ağırlandığını, kendisine Sultanın gösterdiği sevgi ve hürmeti şu şekilde anlatır: “Sultan Reşad bana o derece iltifat ederdi ki Mevlana’dan başka hiçbir çelebi benim kadar iltifata nail olmadı.” (s.121) Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Mücahidin-i Mevlevviyye Tabur ve Alayları teşkil edilir. Padişah, Mevlevîlere alay sancağı ve bir kılıç gönderir. Bu alaya binbaşı rütbesiyle katılır. Filistin Cephesi’nin değişik yerlerinde görev yaparlar. 3 yıl kadar bulunduklarını, Mevlevîlere silah verilmesine rağmen harbe iştirak etmediklerini, ordunun maneviyatını yükseltmeye yönelik çalışmalarda bulunduğunu belirtir.(s124)
Kitabın son bölümlerinde Mevlana ve Mevlevilik, ilmi ve edebi çalışmaları hakkında tafsilatlı açıklamalarda bulunur. Nedendir bilinmez Cumhuriyet dönemindeki yaşantısıyla ilgili sadece 6–7 satır, milletvekilliğiyle ilgili sadece bir satır yazmakla yetinmiştir.
DEĞERLENDİRME
Bir Mevlevî uzmanı ve kültür erbabının yazmış olduğu hatıralar Osmanlı’nın son 30–40 yılınının adeta fotoğrafı niteliğindedir. Tasavvuf-iktidar ilişkisini de yansıtan bu eserin konuya ilgili kişilerce okunduğunda zevk alınacağını tahmin ve umut ediyorum. Son olarak şunu belirtmek durumundayım. Veled Çelebi İzbudak’ın hatıraları 1946 yılında “Hatıralarım” ismiyle 72 sayfa yayınlanmıştır. Konunun uzmanı akademisyen Yakup Şafak ve Yusuf Öz tarafından daha önce yayımlanan bu eserin eksiklikleri giderilip, gerekli tavzihler yapılıp, konunun daha iyi anlaşılmasına yönelik indeks, sözlük ve görsel malzemeler kullanılmıştır. Hal böyle olunca kitap 191 sayfaya ulaşmıştır. Kitabın hazırlanmasındaki emeklerinden dolayı Öz ve Şafak Hocalarımızı tebrik etmek durumundayız.
(Gaziantep Oluşum Gazetesi, 1-2 Eylül 2009)
[1] Veled Çelebi İzbudak, Tekke’den Meclis’e Sıra Dışı Bir Çelebinin Anıları, Yayına Hazırlayanlar: Yakup Şafak- Yusuf Öz, 191 sayfa, 2009, İstanbul, Timaş Yayınevi
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder