2 Kasım 2009 Pazartesi

CENGİZ AYTMATOV’U YAZARLIĞA GÖTÜREN SÜREÇ


        Eli kalem tutan, tarihî birçok olay ve olgunun tanığı olmuş siyasî, bürokrat, asker, edebiyat ve kültür ehli birçok irfan sahibi hatta bunların içerisinde azımsanamayacak kadar yazar ve edebiyatçı dahi anılarını yazmaktan neredeyse köşe bucak kaçar. Bu olgunun şüphesiz birçok sebebi vardır. Anılarını yazmayı sonraya bırakıp daha sonra hazırlıksız yakalanıp ebediyet âlemine göçenlerin, yaşamın koşturmacısından fırsat yakalayamayanların hiç de az olmadığı bir hakikattir. Özellikle son vurguladığım gerekçeden sızlanan aydınlara bu durumdan muzdarip olan birçok yayıncı ve aydın el atar. Bir plan dâhilinde sohbet havası şeklinde konuşturur. Ya da nehir söyleşi gibi büyük bir kısmı daha önceden hazırlanmış sorulardan oluşan sorular yöneltilir ve cevaplar alınır. Çalışma daha sonra gerek yazar gerek editör tarafından bazı tashihlerden sonra kitap halini alır. Bu eserlerin edebî dilinin kendi yazdıkları kitaplar kadar yüksek olmadığını ama toplumsal hafızanın kaydının tutulması adına gelecek nesillere büyük miras bıraktıklarını düşünüyorum.

        Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Türk dünyasının efsanevi yazarı Cengiz Aytmatov’un çocukluk hatıralarını ihtiva eden, ilk kez Almanca olarak yayımlanan “Kırgızistan’daki Çocukluğum” isimli eser 2002’de Muhammet Mertek tarafından çevrilip “Çocukluğum” ismiyle Da Yayıncılık tarafından basılır.[1] Eserin (Almanca olarak) yayınlanma öyküsü oldukça ilginçtir.[2]  Aytmatov özellikle 90’lı yıllardan itibaren yaklaşık 15 yıl Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde büyükelçilik de olmak üzere muhtelif diplomatik görevlerde bulunmuştur. Kendisinin uzun süre tercümanlığını da yapan Friedrich Hitzer’e zaman zaman özellikle de uzun yolculuk dönemlerinde çocukluk hatıralarını anlatır. Hitzer, sadece edebiyat devinin anlattıklarını kendisi dinlemekle yetinmez. Bunları yazıya döker, gerekli düzenlemelerden sonra kitap Almanca olarak piyasaya sürülür.

        Bilindiği üzere Sovyet rejimi tarafından 1936-7’de Türk aydınlarına yönelik bir kıyım yapılmış ve bu kıyımdan Aytmatov’un babası Törekul da nasibini almıştır.[3] Babası ile yaşadığı hatıralar duygu yoğunluğu kıvamındadır. Hakeza babaanne Amyhan okur-yazar değil fakat çok zeki, adeta masal deposu bir kadındır. Romanlarındaki efsanelerin hammaddesini Amyhan’dan aldığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bir mülakatında babaannesinin kendisinde bıraktığı izleri şöyle anlatır: “Benim televizyonum büyük annemdi. Çünkü bana her gün, ama her gün çeşit çeşit masallar anlatırdı… Sabahtan akşama kadar ondan masal dinlerdim. Benim bu masalları iyi dinleyip dinlemediğimi kontrol ettirmek için bana bu masalları tekrar ettirirdi. Ben de büyükannemden dinlediğim masalları yeniden ona anlatırdım. Bu masallar benim edebî alt yapımı hazırladı, kültürümün zeminini oluşturdu, yazı dünyam için bir hazırlık oldu…”(s. 167)[4]
 
       
        Aytmatov’un çocukluğu II. Dünya Savaşı cehenneminin büyük perdesinin sahnelendiği coğrafyada      geçer. Cephe gerisinde yaşlılar, kadınlar, çocuklar, hastalar, gaziler bulunur. Bunun dışındakilerin tamamı cephededir. Kendisi seferberlik kapsamı dışındakiler kategorisinde hem de eğitimli olduğu için bu süre zarfında taşrada birçok işi yapar. Postacı, vergi ve kolhoz memuru, köy sekreteri vs. Postacılık yaptığı dönemde cepheden gelen mektupların çoğunda ölüm haberi vardır. Kadınların kendisini görmesiyle birlikte korkmaya başladıklarını, “Bize gelme!, Orada dur! Git en iyisi!”, “Her eve çıkıp geldiğinde eve üzüntü getiriyorsun! ” sözünü söyleyen kadınların sözlerinin hâlâ unutulamadığını satırlardan anlıyoruz. O yıllar savaşın faturasının halka fazlasıyla ödettirilmeye başlandığı yıllardır. Bu sıralarda yaşadığı bir anekdot bir çocuğun sırtına dağlar kadar sorumluluğun verildiğinin sadece küçük bir kesitidir adeta. Gerçi öbür taraftan bu yaşanılan süreç ileride kendisini edebiyatçı olmaya itecektir. Kendisi köylerden topladığı paraları bankaya ulaştırmak zorundadır. At sırtında türkü söyleyerek köylerden diğer köylere yol bulduğu sırada birisi karşısına çıkar. Bu arada heybenin iki gözü de para doludur. Aç olduğunu, heybelerin gözündeki yiyeceklerinden birazını vermesini ister. Küçük Aytmatov ne yapacağını şaşırır. Heybedekilerin para olduğunu söylese gelip çalacak diye korkuyor. Heybede yiyecek olmadığını belirtse gelip kontrol edecek korkusunu yaşıyor. Hızlı adımlarla hiçbir cevap vermeden atını süratlendirir. Arkadan kovalayan kişi gerçekten aç mıdır? Haydut mudur? Bilmez ama arkasından epey kovalar. Aytmatov korkudan neredeyse ölecektir. (Kara Kâğıtlar bölümü) Aytmatov’un çocukluğu okul yılları dışında kırsalda, yaylada geçer. Bu dönemde yalnız başına ve annesiyle birlikte yolculuk yaparken kurtla karşılaşması basit bir durum olmasa gerekir.

        Eserlerinin yazıldığı yerler, bazı kahramanlarının hayali ya da gerçek hayattan kimler olduğu hakkında, çocukluğunda yaşadığı bu hatıraların hangi eserlerinde daha çok işlediğini tafsilatlı biçimde anlatır. Örneğin Göz Göze’nin kahramanı asker kaçağı “İsmail” gerçektir. Cemile hikâyesinin kahramanları Daniyar ve Cemile’nin gerçek yaşamdan ne kadarının alınıp alınmadığı hakkında bilgiler sunar. “Öğretmen Duyşen” ve ülkemizdeki bazı yayınevlerinin “İlk Öğretmen(im)” olarak çevirdiği eserinin kahramanı kendisinin de aynı zamanda çocukluk arkadaşı Seytali Bekmambetov’dur.

        Aytmatov ve ailesine ait birkaç fotoğraf ve kendisinin yazdığı şiirle birlikte eser 123 sayfadır. Kitap nicelik olarak küçük görülebilir. Açıkçası roman ve hikâyelerinde bulamadığım birçok sorunun cevabını “Çocukluğum”da bulduğumu ifade edebilirim. Yazarın çocukluk anıları yaşadıklarının kayda geçirilmesi anlamında en büyük belge niteliği taşır. Bu esere bakılmadan hazırlanan Aytmatov biyografilerinin, portrelerinin ve araştırmalarının bir yanının kadük kalacağını düşünüyorum.

         (Erzurum Gazetesi, 2 Kasım 2009)




[1]  Cengiz Aytmatov, Çocukluğum: Çeviren: Muhammet Mertek, 2002, İstanbul, Da Yayıncılık
[2] Kitabın ilk kez yayınlanma öyküsü hakkındaki bilgilere yukarıda bahsettiğim kitaba Fridrich Hitzer’in hazırladığı yayıncının notu bölümünden ve kitabı Türkçe’ye çeviren Muhammet Mertek’in Aytmatov’un ölümüyle ilgili 14 Haziran 2008 http://www.aytmatov.org/ sitesinde yayımlanan bir yazısından ulaştım. (http://www.aytmatov.org/default.asp?id=69577&lng=1)
[3] Cengiz Aytmatov, babasını en son 9 yaşındayken görür. Baba Törekul’un akıbetini 55 yıl sonra ancak öğrenebilir. 138 aydınla birlikte kurşuna dizilir. Katliam bugünkü Bişkek şehrinin yaklaşık 30 km yakınında bulunan Ala Dağlarının eteğindeki bir tuğla ocağında gerçekleşir. Bu kurşuna dizilenlerin mezarının bulunması gayet ilginçtir. Hem de korku imparatorluğunun insanları nasıl sindirdiğine de çok küçük bir örnek olarak yorumlanabilir. Tuğla ocağının bekçisi Hıdır Aliyev, imha anından haberdar olur. Ancak bu hakikati yıllar boyu saklar. Kendisiyle birlikte bu sırrın gitmesine vicdanı vize vermez. Ölümünden hemen önce (1973) çocuğuna vahşeti ve yerini anlatır. Sıkı sıkı da tembih etmeyi unutmaz. Rejim yumuşayınca anlatmasını vasiyet eder. Bekçi çocuğu Bübüyra Kıdıraliyeva 1993 yılında yetkililere bildirir. (Ahmet Buran, Kırgızistan’da Sovyet-Rus Katliamı ve Cengiz Aytmatov, Türk Edebiyatı Dergisi, sayı:418, Mayıs 2008, sayfa 78)
[4] Mehmet Nuri Yardım’ın kendisiyle yaptığı mülakatı daha sonra kitaplaştırır. Bu kitabın künyesi: Mehmet Nuri Yardım, Romancılar Konuşuyor, 432 sayfa, II. Baskı, 2008, İstanbul, Nesil Yayınları

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder